18 Kasım 2009 Çarşamba

Okuyunca ‘Benim dinim bu’ dedim”


02.11.2009 09:18
Ateist olan üvey baba ile öz annenin yanında büyüyen Jana, İslâm’ı seçerek Süheyla ismini aldı.



İslâm’la tanışana kadar zor günler geçirdiğini söyleyen Süheyla Güzel, “Boşlukta yaşıyordum, İslâm’ı tanımak için Kur’an-ı Kerim’i okudum. O zaman ‘İşte bu din benim dinim’ dedim. İslâm’ı öğrenmeye başladıktan sonra mutluğu ve huzuru buldum” dedi.
Süheyla (34), hiçbir şeye inanmıyorken İslâm’ı seçerek Müslüman oldu. Ateist olan üvey baba ile öz annenin yanında büyüyen Süheyla, İslâm’la tanışana kadar zor günler geçirdi. Almanya Berlin’de yaşarken yaklaşık 7 ay önce Türkiye’de ikamet etmeye başlayan Süheyla, evli ve iki çocuk annesi. Süheyla, hidayete erme sürecini Vakit’e anlattı... 14 yaşında gördüğü bir rüyada üç defa sert bir şekilde “inan!” diye bir ses duyduğunu ifade eden Alman Süheyla, gördüğü bu rüyadan sonra arayış içine girdiğini ve değişik inançları araştırdığını belirtti. İlk olarak İncil’i okuduğunu ama İncil’deki çelişkiler ve yanlışlıklar sebebiyle, “bu din benim dinim olamaz” dediğini kaydeden Süheyla, daha sonralardan İslâm ile yollarının kesiştiğini söyledi. İslâm ile nasıl tanıştığını anlatan Süheyla şunları aktardı; “Almanca bir Kur’ân meali aldım ve okudum. ‘İşte bu din benim dinim’ dedim. Bir şeyler yapmak lazım diye düşünüyordum… O sıralar bir Türk’le evliydim. Kendisi Aleviymiş, ben o zamanlar ‘Alevi ve Sünni nedir, aradaki fark nedir?’ bilmiyordum. Eşime dedim ki; ‘Ben Müslüman olmak istiyorum, Kur’ân-ı Kerim okudum, bana İslâm’ı öğretir misin?’ Eşim dedi; ‘Git yaa ben İslâm’ı öğrenmeni istemiyorum. İslâm’da herkes mecburiyetten kapalı… Biz camiye gitmiyoruz, namaz kılmıyoruz, oruç tutmuyoruz’ dedi. Ben de o eşimle 5 sene daha evli kalabildim, ondan sonra ‘Olmaz, boşanmak istiyorum..’ dedim ve boşandık…”
JANA HOREMAN OLAN İSMİNİ DEĞİŞTİREREK, SÜHEYLA GÜZEL İSMİNİ ALDI
Boşandıktan iki sene sonra şu anki eşi ile tanışan Süheyla, eşinin ve ailesinin çok dindar bir aile olduğunu belirtti. Eşinin ve ailesinin kendisine çok yardım ettiğini ve İslâm’ın ne demek olduğunu öğrettiğini bildiren Süheyla; “Eşim Almanya’da çalışıyordu, o zaman tanışarak evlenmeye karar vermiştik. Eşimden ve ailesinden yavaş yavaş İslâm’ın ne olduğunu öğrendim. Dini nikâh yaptık ve şehadet getirdim” dedi. Kendisi istediği için Müslüman olduğunun altını çizen Süheyla, bu sırada Jana Horeman olan ismini değiştirerek Süheyla Güzel ismini aldı. Hidayete erdikten sonra mutlu ve huzurlu bir hayata kavuştuğunu belirten Süheyla, üvey babasının ve annesinin kendisine çok kötü tepkiler verdiğini söyledi. Annesinin her gün şeytanı oynadığını ifade eden Süheyla, “Mesela; ben oruç tutarken annemin yanında çalışıyordum. Annem bana her sabah orucumu bozmam için kahvaltılar hazırlıyordu, hatta kahveyi sevdiğimi bildiği için kahve yapıyordu ve bana her sabah; ‘Gel kızım ben kahvaltı yaptım çok güzel kahve yaptım..’ diyordu. Ben ise; ‘Anne sen biliyorsun, ben oruçluyum, neden böyle yapıyorsun..’ dediğimde annem; ‘Boşver, bak burada kimse yok, kimse görmüyor, ye’ diyordu, ben ise ‘Anne Allah var!’ dediğimde annem ise sürekli sert tepkiler veriyordu” diye konuştu. Süheyla Güzel daha sonra sözlerine şöyle devam etti: “Oğlum şu anda 5 yaşında, anneme bir gün dedi ki; ‘Anneanne biliyor musun Allah var, Peygamber var, melekler var..’ Annem buna çok kızdı, ‘Ya git sen bilmiyorsun, çocuksun’ diyerek sert tepki gösterdi.” Almanya’da yaşarken Türkiye’ye taşınma kararını aldığını kaydeden Süheyla, annesinin ve babasının korktuğunu kendisine; “Sen gitme Türkiye’de erkekler kahvelere gidiyorlar, kadınlar ise çok çalışıyor” dediğini belirterek; Türkiye’ye taşındığını ve annesi ile ise şu anda bütün bağlarını koparmak zorunda kaldığını bildirdi.

Tacını tahtını Allah için bıraktı


31.10.2009 01:03
Allah’ı sev ki, O da seni sevsin. Allah’ı seversen O’nu her zaman yanında bulursun..

Gece, insanların üzerine bir örtü gibi bürünmüş, ortalık zifiri karanlıktı. Bu karanlık içerisinde yüreği nur kesilmiş bir Allah dostu, nurdan bir abide gibi Lübnan dağında yürüyordu. Bir anda geriye dönerek aksi istikamete yol almaya başladı. Onun alabildiğine güçlü alıcıları, ters istikametten gelen sese doğru yönelmişti. Bu sese yönelen zat, tacını ve tahtını hiç düşünmeden Allah için terk eden İbrahim Edhem’den başkası değildi. İbrahim Edhem’i yolundan çeviren ses ise bir gence aitti. Genç, gecenin sessizliğinde şöyle dua ediyordu: - Ya İlahi, ya İlahi! Kalbim Sana müştaktır, nefsim Sana itaatkârdır. Ben senin Cemal-i pâkinle ne zaman müşerref olacağım! Beni ne zaman dergâh-ı izzetine alacak ve vuslata erdireceksin? Nur yüzlü genç, hem böyle yalvarıyor, hem gözyaşı döküyor hem de büyük vuslat için Rabb’ini diliyordu. Eski Belh Sultanı, çocuktan bu iniltileri duyunca yüreği yandı, beyni tutuştu. Çocuğun yanına gidip: - Ey gönlü yüce çocuk! Daha gençsin, bu haldeyken seni bu kadar Allah’a çeken sır nedir? Kişinin Allah’ı sevdiği nasıl anlaşılır, diye sordu.

Rabb’ini asla unutma!

Gencin yüreğinde Allah’a karşı öyle derin bir sevgi vardı ki, o, bu sevgiden dolayı yerinde duramıyordu. Islak gözlerini İbrahim Edhem Hazretleri’nin gözlerine perçinleyerek şöyle cevap verdi: - Allah’ı zikretmeyi yürekten arzulamak ve sevmektir. Büyük veli yine sordu: Peki Allah’a kavuşmayı sevmek nasıl olur? Nur yumağı gencin dudakları bir yay gibi gerildi ve şöyle dedi: - Allah’ı hiçbir zaman ve şartta asla unutmamak, hep O’nunla olmak ve her an O’nu anmaktır! Bu ifadeler, zaten Allah’a aşık olan İbrahim Edhem’i yürekten vurmaya yetmişti. Kendi kendine: - Ey İbrahim, dedi, Allah’ı seveceksen, bu genç gibi sev!

Allah’ı sev, Allah için sev!

Evet, Allah sevgisi, tüm sevgilerin üzerindedir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde ölümü temenni etmemek gerektiğini ifade etmiştir. Bu kıssada bahsi geçen gencin sanki ölümü temenni ediyormuşçasına anlaşılabilecek olan durumu, aslında onun Allah’a karşı olan aşk ve sevgisinin bir eseridir. Zira tarih, Allah aşkıyla yanıp tutuşan nice veli kulların hayatlarıyla doludur ki, onların hemen hepsi, Allah’a bir an önce kavuşmak arzusuyla dolup taşmış ve ölümü bir düğün gecesi olarak telakki etmişlerdir.

Allah sevgisinin alâmeti nedir?

Allah sevgisinin alâmetlerinden birisi devamlı olarak kalp ve dili ile Allah’ı hatırlayıp, O’nun azametini düşünerek O’nu zikretmektir. Zira bir şeyi çok seven, onu çok anar. Demek oluyor ki, Allah’ı sevmenin alâmeti, O’nun zikrini sevmek, kelamı olan Kur’an’ı sevmek, peygamberlerini ve O’na nispet edilen her şeyi sevmektir. Peyamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurur: "Allah’ı sev ki, O da seni sevsin. Allah’ı seversen O’nu her zaman yanında bulursun. Bir şey isteyecek olursan Allah’tan iste. Yardıma ihtiyacın varsa O’na başvur. Şunu bil ki insanlar bir araya gelip sana fayda vermeye çalışsa ancak Allah’ın senin hakkında yazdığı kadarını yapabilirler. Zarar vermeye kalkışsalar, yine Allah’ın senin aleyhine yazdığından başkasını veremezler…" Allah’ım! Bize sevgini, Seni sevenin sevgisini, bizi sevgine yaklaştıracak her şeyin sevgisini nasip et ve Senin sevgini bizim için her şeyden daha sevimli kıl. Amin.

Hazırlayan: Ali İhsan ER

Kabe'de ibretlik bir hikaye


09.11.2009 01:42
Gencin birisi Kabe'de iken bir torba dolusu altın bulur. Tam içinde bin altın vardır. Genç ne yapacağını düşünürken...
Gencin birisi Kabe'de hep,

- "Ey doğruların yardımcısı olan Allah'ım, Ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah'ım, sana hamdü sena ederim," diye dua eder.

Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi:

- "Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka birşey bilmiyor musun?," der.

O da anlatır:

Yedi sekiz sene önce yine Kabe'de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam bin altın vardı. İçimden bir ses:

- "Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın" diyordu. Hayır dedim kendi kendime. Bu benim değil. Başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi

- "Şöyle bir torba bulan var mı?" diye bağırıyordu. Çağırdım onu.

- "Nasıl bir torbaydı? İçinde ne vardı?" diye sordum. Torbayı tarif etti ve "İçinde bin altın vardı" dedi.

- "Torban burada." diyerek verdim. Adam torbayı açıp bana otuz altın verdi. Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim,

- "Bu köle için ne istiyorsunuz?" dedim. "Otuz altın dediler". Adamdan aldığım otuz altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki,

- "Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın. Onlara otuz bin altından aşağıya satma." dedi. O kişiler yanıma geldi.

- "Bu esiri bize satar mısın?" dediler. "Satarım." dedim. "Altmış altın verelim." dediler. Ben de "Olmaz." dedim.

- "Sen bunu pazardan otuz altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz" dediler.

- "Öyleyse gidin pazardan alın." dedim. Arttıra arttıra yirmibin altına kadar çıktılar. Otuzbin altından aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Ben o otuzbin altın ile işyerleri açtım. Ticaret yaptım. Daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlarım,

- "Çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim." dediler.

- Ben de "Olur." dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, "Bu nedir?" dedim.

- "İçinde 970 altın var. Babam Kabe'de bunu kaybetmiş. Bulan gence otuzunu vermiş. Kalanını da bana hediye etti. Çeyizine koyarsın dedi" diye anlattı. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş. Vermese idim haram yoldan gelecekti. Şimdi helal yoldan yine bana geldi. Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbim'e hamd ederim.
selam ve dua ile...

Kabe'de ibretlik bir hikaye


09.11.2009 01:42
Gencin birisi Kabe'de iken bir torba dolusu altın bulur. Tam içinde bin altın vardır. Genç ne yapacağını düşünürken...
Gencin birisi Kabe'de hep,

- "Ey doğruların yardımcısı olan Allah'ım, Ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah'ım, sana hamdü sena ederim," diye dua eder.

Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi:

- "Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka birşey bilmiyor musun?," der.

O da anlatır:

Yedi sekiz sene önce yine Kabe'de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam bin altın vardı. İçimden bir ses:

- "Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın" diyordu. Hayır dedim kendi kendime. Bu benim değil. Başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi

- "Şöyle bir torba bulan var mı?" diye bağırıyordu. Çağırdım onu.

- "Nasıl bir torbaydı? İçinde ne vardı?" diye sordum. Torbayı tarif etti ve "İçinde bin altın vardı" dedi.

- "Torban burada." diyerek verdim. Adam torbayı açıp bana otuz altın verdi. Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim,

- "Bu köle için ne istiyorsunuz?" dedim. "Otuz altın dediler". Adamdan aldığım otuz altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki,

- "Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın. Onlara otuz bin altından aşağıya satma." dedi. O kişiler yanıma geldi.

- "Bu esiri bize satar mısın?" dediler. "Satarım." dedim. "Altmış altın verelim." dediler. Ben de "Olmaz." dedim.

- "Sen bunu pazardan otuz altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz" dediler.

- "Öyleyse gidin pazardan alın." dedim. Arttıra arttıra yirmibin altına kadar çıktılar. Otuzbin altından aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Ben o otuzbin altın ile işyerleri açtım. Ticaret yaptım. Daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlarım,

- "Çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim." dediler.

- Ben de "Olur." dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, "Bu nedir?" dedim.

- "İçinde 970 altın var. Babam Kabe'de bunu kaybetmiş. Bulan gence otuzunu vermiş. Kalanını da bana hediye etti. Çeyizine koyarsın dedi" diye anlattı. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş. Vermese idim haram yoldan gelecekti. Şimdi helal yoldan yine bana geldi. Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbim'e hamd ederim.
selam ve dua ile...

Türkiye'de kaç kişi Kuran meali okuyor?


12.11.2009 18:52
Kuran'ı Kerim Arapça'dan mı yoksa Türkçe meali mi okunuyor? Kuran'ı kadınlar mı, erkekler mi daha fazla okuyor? İşte Kuran için yapılmış en kapsamlı araştırmanın sonuçları:

Kur’an’ın Anlamıyla Buluşmak Platformu (KAP) Türkiye’deki Müslümanların dindarlık ve Kuran’ı Kerim okuma anlayışıyla ilgili kapsamlı bir araştırma yaptırdı.

Bu hafta sonu yapılacak olan Kuran-ı Kerim’i ve mealini güzel okuma yarışmasını da tertipleyen "Kuran’ın Anlamıyla Buluşmak Platformu"nun yaptırdığı anketin "dindarlık"la ilgili bölümün ramazan ayında yayınlamıştık.

KADIN-ERKEK, OKUR-YAZAR, ZENGİN-FAKİR SINIFLANDIRMASI

41 ilde düzenlenecek olan ve 1500'den fazla kişinin başvurduğu yarışmanın öncesinde şimdi de Türkiye'deki Kuran Kerim profilini ortaya çıkan araştırmanın çok ilginç sonuçlarını yayınlıyoruz. Anket sonuçları, cinsiyet, yaş okur yazar durumu ve sosyo ekonomik şartlara göre de ayrı ayrı sınıflandırıldı...

YÜZDE 94: EVET

Anar Araştırma şirketinin 12 il merkezinde toplamda 2224 kişi ile yüzyüze görüşerek yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, "Evinizde Kuran'ı Kerim var mı?" sorusuna "evet" diye cevap verenler yüzde 94 oranında... Evinde Kuran'ı Kerim olanların yüzde 74'ünde ise Türkçe mealide bulunuyor. Kuran'ı Kerim'i Türkçe mealinden okuyanlar arasında en yüksek oran yüzde 92,3'le doktora-master yapanlar. Kuran'ı arapçasından okunma oranlarında kadınlar yüzde 44,9'la erkeklerden 14,7 puan önünde...

KURAN’I HERKESİN ANLAYABİLMESİ İÇİN

KAB'ın düzenlediği Kuran'ı Kerim'i Türkçe mealinden okuma yarışması, ülkemizde her yıl düzenlenen diğer Kuran-ı Kerim’i güzel okuma yarışmalarından ayıran nokta ise ilk kez Kuran-ı Kerim’in mealinin de anlama uygun şekilde okunması şartının getirilmesi.

Türkiye’nin 7 bölgesinde düzenlenecek olan yarışmaların il finalleri 15 Kasım’da, bölge finalleri 7 Şubat- 18 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek olup yarışma finali ise 30 Mayıs 2010 tarihinde İstanbul’da düzenlenecek.

CEZAEVLERİNE KURAN-I KERİM MEALİ

Kurulduğu 2007 yılından bu yana Kuran-ı Kerim’in mealini 400 bin kişiye ulaştıran KAB Platformu'nun hedef kitlesinde kader mahkumları da yer alıyor. Platform bugüne kadar Sakarya, Midyat, Ümraniye, Kartal - Maltepe cezaevlerindeki mahkûmlara Kuran-ı Kerim meali ulaştırdı.

timeturk

Diyanet'ten Birlik-Beraberlik Çağrısı


12.11.2009 20:15
Bardakoğlu, ciddi tahriklerin olduğu bir ortamda birlik ve beraberlik, dostluk kardeşlik vurgusunun yapılması gerektiğini kaydetti.

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Sivas Merkez Yatılı Kız Kur'an Kursu ve konferans salonu ile Şehit Ertan Yerliyurt Camii'nin açılışını yaptı.



Havanın yağışlı olması nedeniyle açılış töreni, Kur'an Kursu'nun konferans salonunda gerçekleştirildi.



Vali Vekili İsmail Koşum, Belediye Başkan Vekili Mustafa Çimen, İl Müftüsü Yusuf Şahin ile Cem Vakfı Sivas Şubesi Başkanı Ali Rıza Kaçan ve çok sayıda din görevlisinin hazır bulunduğu törende birlik ve beraberlik mesajları verildi.



Vali Vekili Koşum ve Belediye Başkan Vekili Çimen, her iki kurumun da yapımında emeği geçenlere teşekkür ederek kurumların hayırlara vesile olmasını diledi.



Prof. Dr. Ali Bardakoğlu da din hizmetlerinin toplumun ortak ihtiyacı olduğunu ifade etti.



Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 72 milyon Türkiye vatandaşının diyaneti olduğunu vurgulayan Bardakoğlu, ciddi tahriklerin olduğu bir ortamda birlik ve beraberlik, dostluk kardeşlik vurgusunun yapılması gerektiğini kaydetti.



Kış ve yaz kuran kurslarında yaklaşık 300 bin öğrenciye din eğitimi verdiklerini belirten Ali Bardakoğlu, okullarda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersiyle de önemli bir boşluğun doldurulduğunu söyledi.



"Okullarımızdaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini son derece önemli görüyorum." diyen Bardakoğlu, 'Okullardan din dersi kaldırılmalı' diyenlere şöyle cevap verdi: "Din eğitimi elbette ki anayasamızın 124. maddesi gereği ailelerin isteğine, büyüklerin de kendi isteğine göre verilmelidir. Okullarımızda okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi dersi bir din eğitimi değildir. Bu çağdaş bir insanın, bu dünyada gözü kulağı olan, her gün televizyon seyreden, toplum içine çıkan bir insanın din, ahlak ve manevi değerler hakkında bilgi edinme imkanıdır. Ne çekiyorsak bilgisizlikten çekiyoruz. Bilgisizlik karanlık, bilgi sahibi olmak ise aydınlıktır. Böyle olunca da temel inanç ve ahlak değerleri hakkında çocuklarımızın bilgili yetişmelerinden çekinmemek ve bunu sorun edinmemek lazım." şeklinde konuştu.



Konuşmaların ardından Sivas Kız Kuran Kursu ve Şehit Ertan Yerliyurt Keresteciler Camii'nin yapımında maddi manevi desteği olanlara teşekkür plaketi verildi.



Her iki kurum, temsili olarak kurdele kesilerek hizmete açıldı. Daha sonra Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, kuran kursunu gezerek öğrencilerle sohbet etti. Bardakoğlu, açılışı yapılan camiyi de ziyaret ederek yetkililerden bilgi aldı.

Kredi kartıyla kurban alınır mı?


29.10.2009 09:41
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, binlerce kişinin yanıt aradığı soruyu yanıtladı...


Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, yaklaşan Kurban Bayramı öncesi kredi kartı ve taksitle kurban alınıp alınmayacağı ile ilgili olarak, "Bir insan nasıl taksit ve kredi kartı ile evine eşya alabiliyorsa aynı şekilde kurbanı da aynı usule göre alabilir. Amaç burada ibadet niyeti ile almaktır. İbadet niyeti ile de bunu dağıtmaktır" dedi.
Bardakoğlu, Türkiye Diyanet Vakfı Kocatepe Camii Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen Vekalet Yoluyla Kurban Kesimi Organizasyonu Ankara Bölge Toplantısı'nın ardından basın mensuplarının sorularını cevaplandırdı. Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, yüz bin civarında hacının Suudi Arabistan'a intikal edeceğini, bütün hacı adaylarına menenjit ve grip aşısı yapıldığını belirterek, "Hijyenik tedbirler alındı ve tokalaşma, mendil kullanımı, maske kullanımı dahil gereken sağlık uyarıları yapıldı. Bütün hacılarımıza
sağlık konusunda nelere riayet etmeleri gerektiği konusunda bir el kitabı verildi. Bunu Sağlık Bakanlığı doktorları hazırladı. Domuz gribi konusuna gelince Sağlık Bakanlığı'na tabiyiz. Onların programına göre gereken uygulamalar yapılacaktır. Biz çift başlılığa fırsat vermemek için tamamen Sağlık Bakanlığı'nın uygulamalarını takip ediyoruz. İlk giden kafililere domuz gribi aşısı yapılmadı. Orada yapılabilir mi konusu tamamen Sağlık Bakanlığı'nın takdirinde olan bir konudur. 65 yaş üzerine dahil bir kısıtlama söz konusu değildir. Biz yeni nesillerden daha sağlamız. İnşallah bizi domuz gribi etkilemez" diye konuştu.

Yaklaşan Kurban Bayramı öncesinde kurban alımının taksit ve kredi kartı ile yapılıp yapılamayacağıyla ilgili olarak ise Bardakoğlu, "Bir insan nasıl taksit ve kredi kartı ile evine eşya alabiliyorsa aynı şekilde kurbanı da aynı usule göre alabilir. Amaç burada ibadet niyeti ile almaktır. İbadet niyeti ile bunu dağıtmaktır. Ticari mülahazalardan uzak durmaktır. Bu uyarım şahıslardan çok kurumlar içindir. Hiçbir kurum ve kuruluş vekaletle kurban işini bir ticari faaliyete dönüştürmemelidir. Bu kurban ibadetine karşı büyük bir saygısızlıktır. Bir yardım kampanyasına dönüştürülmemelidir. Farklı amaçlarla kesilen hayvanların aynı zamanda vekaletle kurban kesilmesi gibi bir şey söz konusu olamaz. Bu da ibadeti bilmemektir ve tanımamaktır. Kesilen hayvanların kurbanlarını mutlaka ihtiyaç sahiplerine dağıtmak gerekir. Kurbanlar kavurma yapmak, evde difirizlerde depolanmak için kesilmez" dedi. Sağlık Bakanlığı'nın domuz gribine karşı 'kimseyle temas etmeyin' uyarısına karşı Kurban Bayramı'nda bayramlaşmanın zararlı olup olmayacağının sorulması üzerine ise Bardakoğlu, "Büyüklerinizin elini öpün, korkmayın bir şey olmaz. Duasını alın, inanıyorum ki büyükleriniz de size hep iyilik verir" karşılığını verdi.

Kâbe'yi Korkudan Yıkamadılar


05.11.2009 11:07
2012 filminde İslam dünyasından ölüm fetvası çıkar korkusuyla Kabe’nin yerle bir olduğunu gösteren sahneler son anda çıkartıldı

Maya takvimine göre kıyametin kopacağı 2012 tarihi için çekilen en yüksek bütçeli film ‘2012’ daha vizyona girmeden tartışma yarattı. 13 Kasım’da tüm dünyada vizyona girecek olan filmin yapımcılarının, “ölüm fetvası” korkusuyla Kabe’nin yıkıldığını gösteren sahneyi son anda filmden çıkardığı ortaya çıktı.

Yerine Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde Corcovado Dağı üzerinde bulunan ve şehrin sembollerinden biri olan 30 metre boyundaki dev Christo Redentor (Kurtarıcı İsa) Heykeli’nin yıkıldığı sahneleri filme koydular.

Filmin yapımcısı olan 53 yaşındaki Roland Emmerich, ‘2012’deki sahnelerin kesildiğini doğrulayarak, “Dünyanın yok olmasını tasvir ederken Kabe’nin de yıkılışını göstermeyi istedim. Ancak ölüm tehdidi ile kelle koltuğumda yaşamak istemiyorum. Filmin metin yazarları hakkımda fetva çıkabileceği uyarısında bulununca bu bu sahneleri çıkartmak zorunda kaldık. Onun yerine Hristiyanlığın bir sembolünü yıkıldı gösterdik” dedi.

Peygamberimizin çok sevdiği dua


04.11.2009 00:16
Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) sözleri aradan asırlar geçmesine rağmen insanoğluna yol göstermeye devam ediyor.

İnsanoğlunun en büyük düşmanı olan ve bu düşmanlığını da kıyamete kadar sürdürecek olan şeytanı kendimizden uzaklaştırmak aslında çok kolay.Her sabah evden çıkarken okuyacağımız bir dua şeytanları bizden uzaklaştırıyor.

İşte Peygamber Efendimiz'in her sabah evden çıkarken okuduğu ve sahabe efendilerimize okumasını tavsiye ettiği o duayı içinde barındıran hadis-i şerif:

Bir insan sabah evinden çıkarken şöyle dua ederse:

"Bismillâh, tevekkeltü alallâh, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" bu durumda ona şöyle denir:

Sen hidayet üzeresin, bu dua sana kafidir ve sen korunacaksın. Şeytanlar da ondan uzaklaşır. Ebu Davud

KARINCA İLE HZ. SÜLEYMAN (a.s)


08.11.2009 01:23
Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. Karınca da; "Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir. Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.
Karınca da,
"Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.
Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır.
Ondan sonra da bir yıl bekler.
Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş,
yarısını da bırakmıştır.
Kendi kendine meraklanır.
Acaba neden yemedi?
Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.
Karınca da,
"Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi.

Koreliler İslam’a koşuyor


09.11.2009 20:57
Güney Kore’de yaşayan binlerce Koreli İslam’a ve Müslümanlara karşı yürütülen savaşların etkisiyle İslam’ı öğrenmeye koşuyor.


Defne Bayrak / Timeturk

Güney Kore’nin başkenti Seul’deki bir İslami merkezin uygulama müdürü El-Cezire.net’e yaptığı açıklamalarda İslam öğretilerini öğrenmeye çalışan Korelilerin sayısının 50 bini aştığını, bunların en az yarısının sonunda İslam’a girdiğini, kendilerini İslam’ı öğrenmeye iten en önemli faktörlerin ise ABD’nin Afganistan ve Irak savaşı ile İsrail’in son Gazze savaşı olduğunu söyledi. Merkez müdürü sayıları giderek artan Müslümanların cami ve İslami merkez azlığı, fıkıh, sünnet gibi önemli İslami kitapların tercümesinin bulunmaması, Kur’an manalarının tek tercümesinin de çok eskilere dönmesi gibi önemli sorunlarla karşılaştığına dikkat çekti.

İsrail’in Gazze’ye karşı son savaşı ve ondan önce Amerika’nın Afganistan’a açtığı savaş, çoğunluğu herhangi bir dine inanmayan ve ‘öteki’leri nadiren kabul eden kapalı bir kültürün mevcut olduğu bir ülkede yaşayan binlerce Güney Koreli’yi İslam’ı öğrenmeye itti.

Güney Kore’de binlerce Koreli, sayıları oldukça az olan cami ve merkezlerde İslam dini öğretilerini öğrenmeye çalışıyor.

Güney Kore’deki İslami merkezlerden birinin uygulama müdürlüğünü yapan Münir Ahmet şu anda İslam dini eğitimi almakla meşgul olan Korelilerin sayısının 50 bini aştığını ve eğitim alan bu Korelilerin büyük kısmının da İslam’a girdiğini açıkladı.

Günlük aktiviteler

Ahmet, merkeze her gün birçok kişinin geldiğini, gelenlerin birçoğunun basından İslam, Filistin, Irak ve Afganistan’daki Müslümanların durumları hakkında duyup izlediklerine istinaden böyle bir eğilim gösterdiklerini ifade etti.

Ahmet, İslam’ı öğrenmek isteyenlerin sayısının özellikle İsrail’in bu yılın başında Gazze’ye karşı düzenlediği savaşın ardından gözle görülür şekilde artış gösterdiğine işaret ederek Seul’deki merkezi günde ortalama 15 kişinin ziyaret ettiğini söyledi. Merkezin icra müdürü bu kişilerin ya İslam’ı öğrenme talebinde bulunduklarını ya da merkezin aktivitelerini izlediklerini, en az yarısının ileriki dönemlerde İslam’a girdiğini belirtti.

“Terör” terimi

El-Cezire Televizyonu Seul’deki merkezi ziyareti sırasında iki yıldır sürekli merkeze gelen Koreli bir bayanın İslam’a girişine şahit oldu.

Müslümanlığı seçen Kang Mi Wayne yaptığı açıklamada şöyle dedi; “ben Hıristiyanlık’tan İslam’a geçtim. Çünkü İslam akidesi tek bir ilahtan bahsediyor. Bu da ilkokuldan İncil’den öğrendiğimizle uyuşuyor.”

Wayne, İslam’a iki yıl süren derin bir araştırmanın ardından girdiğini, İslami merkezden temin ettiği birçok kitap okuduğunu söyledi. Wayne, İslam’a ilk ilgi duymasının sebebinin Müslümanların “terörist” diye nitelendirilmesi olduğunu, araştırmalarının sonucunda ise bunun tam aksi ile karşılaştığını, İslam’ın hoşgörü dini olduğundan emin olduğunu belirtti.

Engeller ve sorunlar

Münir Ahmet, her geçen gün İslam’a giren Korelilerin sayısının artmasının yanında Müslümanların hala birçok engel ve sorunla karşılaştığını belirtti. Bunların en bilineni ise işlerini yürütecek, koşullarını düzenleyecek ve kendilerini dışarıda temsil edecek bağımsız bir heyetlerinin bulunmaması.

Müslümanların karşılaştığı zorluklar arasında İslami okulların bulunmaması ve camilerin azlığı yer alıyor. Kur’an-ı Kerim’in manalarının Kore diline yapılmış tek çevirisi de oldukça eski olup müracaata ihtiyaç duymaktadır. Aynı şekilde fıkıh, hadis kitapları ile İslam’ın en temel kitaplarının Kore diline tercümesi hala yapılmış değil. Kore’deki yerli ve yabancı Müslümanların sayısı hala belli değil. Orada sayılarını saptayacak bir sayım yapılmamış. Ancak Ahmet sayılarının çok olduğunu ve günden güne artış gösterdiğini kaydetti.

Dışarıdan gelenlerin rolü

Korelilerin İslam’a açılması merkezler ve az sayıdaki camilerle sınırlı değil. Az da olsa ülkeye gelen Arap tüccarların da Korelilerin İslam’a ilgi duymasında etkisi olmuş.

Kore’de İslam’a girmiş bir bayanla evlenen Arap bir tüccar, Müslümanların yaptığı ticaretin Korelilerin dikkatini çekmede büyük rolü olduğunu ifade etti.

Seul’ün ünlü caddelerinden birinde toplanmış Arap lokantalarını, günlük olarak yüzlerce Koreli’yi çeken, kalplerini yumuşatan ve İslam ya da hiç bilmedikleri Arap kültürü hakkında soru sormaya iten forumlara dönüştürdü.

Birkaç sene öncesine kadar Korelilerin anlamını dahi bilmedikleri “helal” kelimesi bugün başkent Seul’ün ortasındaki en ünlü caddelerden birindeki Arap ve Türklerin büyük lokantalarında karşılarına çıkıyor. Bu lokantaların müdavimlerinin büyük kısmı ülkenin Müslüman olmayan yerlileridir. Dışarıdan gelenlerin karşılaştıkları en büyük zorluklardan biri de dil sorunu yanı sıra bu dışa kapalı toplumla iletişim kurabilmektir.

09.11.2009 01:42
Gencin birisi Kabe'de iken bir torba dolusu altın bulur. Tam içinde bin altın vardır. Genç ne yapacağını düşünürken...


Gencin birisi Kabe'de hep,

- "Ey doğruların yardımcısı olan Allah'ım, Ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah'ım, sana hamdü sena ederim," diye dua eder.

Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi:

- "Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka birşey bilmiyor musun?," der.

O da anlatır:

Yedi sekiz sene önce yine Kabe'de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam bin altın vardı. İçimden bir ses:

- "Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın" diyordu. Hayır dedim kendi kendime. Bu benim değil. Başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi

- "Şöyle bir torba bulan var mı?" diye bağırıyordu. Çağırdım onu.

- "Nasıl bir torbaydı? İçinde ne vardı?" diye sordum. Torbayı tarif etti ve "İçinde bin altın vardı" dedi.

- "Torban burada." diyerek verdim. Adam torbayı açıp bana otuz altın verdi. Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim,

- "Bu köle için ne istiyorsunuz?" dedim. "Otuz altın dediler". Adamdan aldığım otuz altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki,

- "Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın. Onlara otuz bin altından aşağıya satma." dedi. O kişiler yanıma geldi.

- "Bu esiri bize satar mısın?" dediler. "Satarım." dedim. "Altmış altın verelim." dediler. Ben de "Olmaz." dedim.

- "Sen bunu pazardan otuz altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz" dediler.

- "Öyleyse gidin pazardan alın." dedim. Arttıra arttıra yirmibin altına kadar çıktılar. Otuzbin altından aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Ben o otuzbin altın ile işyerleri açtım. Ticaret yaptım. Daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlarım,

- "Çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim." dediler.

- Ben de "Olur." dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, "Bu nedir?" dedim.

- "İçinde 970 altın var. Babam Kabe'de bunu kaybetmiş. Bulan gence otuzunu vermiş. Kalanını da bana hediye etti. Çeyizine koyarsın dedi" diye anlattı. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş. Vermese idim haram yoldan gelecekti. Şimdi helal yoldan yine bana geldi. Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbim'e hamd ederim.
selam ve dua ile...

Kabe'de ibretlik bir hikaye


09.11.2009 01:42
Gencin birisi Kabe'de iken bir torba dolusu altın bulur. Tam içinde bin altın vardır. Genç ne yapacağını düşünürken...


Gencin birisi Kabe'de hep,

- "Ey doğruların yardımcısı olan Allah'ım, Ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah'ım, sana hamdü sena ederim," diye dua eder.

Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi:

- "Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka birşey bilmiyor musun?," der.

O da anlatır:

Yedi sekiz sene önce yine Kabe'de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam bin altın vardı. İçimden bir ses:

- "Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın" diyordu. Hayır dedim kendi kendime. Bu benim değil. Başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi

- "Şöyle bir torba bulan var mı?" diye bağırıyordu. Çağırdım onu.

- "Nasıl bir torbaydı? İçinde ne vardı?" diye sordum. Torbayı tarif etti ve "İçinde bin altın vardı" dedi.

- "Torban burada." diyerek verdim. Adam torbayı açıp bana otuz altın verdi. Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim,

- "Bu köle için ne istiyorsunuz?" dedim. "Otuz altın dediler". Adamdan aldığım otuz altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki,

- "Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın. Onlara otuz bin altından aşağıya satma." dedi. O kişiler yanıma geldi.

- "Bu esiri bize satar mısın?" dediler. "Satarım." dedim. "Altmış altın verelim." dediler. Ben de "Olmaz." dedim.

- "Sen bunu pazardan otuz altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz" dediler.

- "Öyleyse gidin pazardan alın." dedim. Arttıra arttıra yirmibin altına kadar çıktılar. Otuzbin altından aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Ben o otuzbin altın ile işyerleri açtım. Ticaret yaptım. Daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlarım,

- "Çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim." dediler.

- Ben de "Olur." dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, "Bu nedir?" dedim.

- "İçinde 970 altın var. Babam Kabe'de bunu kaybetmiş. Bulan gence otuzunu vermiş. Kalanını da bana hediye etti. Çeyizine koyarsın dedi" diye anlattı. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş. Vermese idim haram yoldan gelecekti. Şimdi helal yoldan yine bana geldi. Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbim'e hamd ederim.
selam ve dua ile...

Yasin Suresi'ndeki sırlı müjdeler nedir?


09.11.2009 23:30
Yasin Suresi'nin Peygamberimiz'in yanında çok ayrı bir yeri vardır. Yasin'i çok metheder, özelliklerini ve faziletlerini anlatır. İşte Efendimizin anlatımıyla Yasin Suresi:




Mehmet PAKSU yazdı...

Yasin Suresi'nde sırlı müjdeler

Yasin Suresi'nin Peygamberimiz'in yanında çok ayrı bir yeri vardır. Yasin'i çok metheder, özelliklerini ve faziletlerini anlatır

Yasin'e "Kur'ân'ın kalbi" diyen Sevgili Peygamberimiz, "Bir kimse Allah'ın rızasını ve ahiret günü saadeti niyetiyle Yasin'i okursa geçmiş günahları bağışlanır.

Bir başka hadislerinde de "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yasin'dir. Kim Yasin'i okursa, Kur'ân'ı on kere hatmetmiş gibi Cenâb-ı Hak ona sevap yazar" buyururlar.

Gerçektene de "Yasin Suresi'nin harfleri hesap edilse ve Kur'ân'ın bütün harflerine nispet edilse, on kat olması da nazara alınsa, şöyle bir netice çıkar: Yasin-i Şerif'in her bir harfinin yaklaşık beş yüze yakın sevabı vardır, yani o kadar hasene sayılabilir." (Sözler, 24. Söz)

***

Yasin'i hem geceleri hem de gündüzleri okumak sünnettir.

Gece okumanın iki büyük karşılığı vardır.

"Allah rızası için her gece Yasin'i okuyanın bütün günahları bağışlanır" hadisinde birinci sevabı anlatır.

"Her gece Yasin Suresi'ni okumaya devam eden kimse şehit olarak ölür" hadisin de ikinci büyük sevabı bildirir.

Gündüz okumanın mükâfatını da Peygamberimiz "Her kim gündüz vakti Yasin Suresi'ni okursa, ihtiyaçları giderilir" sözleriyle müjdeler.

***

Hz. Ebû Zer, Peygamberimizle arasında geçen bir Yasin sohbetini anlatırken der ki:

Bir gün güneş battığı sırada Resulullah'la (a.s.m.) beraberdim.

"Yâ Ebâ Zer, biliyor musun, güneş batınca nereye gidiyor" dedi

"Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedim.

Buyurdular ki: "Muhakkak ki, güneş arşın altında secde etmeye gider, secde için izin ister, izin verilir. Fakat secde ettiği halde kendisinden bunun kabul edilmeyeceği zaman yakındır. O zaman da izin ister, ancak verilmez. Kendisine şöyle denir:

"Geldiğin yere dön, battığın yerden doğ. O da battığı yerden doğacaktır."

Ardından Resulullah (a.s.m.) şu ayeti okudu:

"Güneş de onlar için bir delildir ki, kendisine tayin edilen bir yere doğru akıp gider. Bu, kudreti her şeye galip olan ve ilmi her şeyi kuşatan Allah'ın takdiridir." (Yasin Suresi, 38.)

Ve ilave etti:

"Bu durma hadisesi ne zamandır, bilir misiniz? Bu zaman, kişiye imanının fayda vermeyeceği, artık inançsız hale geldiği zamandır."

***

Yasin manevi bir cankurtaran simididir. Peygamberimiz, bu konuda "Yasin'i ölmekte olanlarınızın yanında okuyunuz" ve "Yasin'i ölülerininiz üzerine okuyunuz" buyurarak Yasin'in feyzinden sekerâtta olanların ve ölmüşlerin de nasiplenmesini ister.

Okunan Yasin'leri bütün mü'min ruhlara bağışlamak lazım. Çünkü her bir Yasin her ruha bölünmeden ulaşır.

"Nasıl ki bir lâmba yansa, karşısındaki binlerce aynanın her birine tam bir lâmba girer. Aynen öyle de bir Yasin-i Şerif okunsa, milyonlarca ruha hediye edilse, her birine tam bir Yasin-i Şerif düşer." (Şuâlar "Birinci Şuâ")

***

Yasin Suresi bir rahmet hazinesi olduğu gibi, maddi bir rahmet olan yağmurun yağmasına da vesiledir.

Bediüzzaman Barla'da bulunduğu yıllarda Kur'ân hizmetine engel olurlar ve yağmurlar kesilir. "Yasin Suresi'ni şefaatçi yapıp Kur'an'ın feyzini ve bereketini isteyeceğiz" diyerek talebesi Muhacir Hafız Ahmed'e "Sen kırk bir Yasin-i Şerif oku" der.

Hafız Ahmed Yasin'leri bir kamışa okur ve suya bırakır. İkindi vakti gelir, semada hiçbir bulut yokken Hafız Ahmed, "Yasinler tılsımı açtı, yağmur gelecek" der. Ardından çok bereketli bir yağmur gelir. (Sikke-i Tasdîk-i Gaybî)

Efendimiz'in secdede okuduğu dua


11.11.2009 21:04
Peygamber Efendimiz'in sözleri aradan asırlar geçmesine rağmen insanoğluna yol göstermeye devam ediyor.

Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleri aradan asırlar geçmesine rağmen insanoğluna yol göstermeye devam ediyor.



"En çok hadîs-i şerîf rivayet eden sahabî" olan Ebû Hüreyre'den (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) secdede şöyle dua ederdi:



"Allahümmağfirlî zenbî küllehû dikkahû ve cillehû ve evvelehû ve ahirehû ve alaniyetehû ve sirrehû:



Allahım! Günahımın hepsini; küçüğünü, büyüğünü, öncesini, sonrasını, açığını, gizlisini, bağışla, mağfiret eyle"

Efendimize göre en tehlikeli virüs


14.11.2009 14:18

Son zamanların en önemli gündemi domuz gribi ve o gribe sebep olan H1N1 virüsü. Her tarafa hızla yayılan ve insanların ölümüne sebep olan tehlikeli bir virüs bu


Amerika'da ölümler artınca Başkan Obama bu virüse karşı olağanüstü hal ilan etmek zorunda kaldı.



Bizim ülkemizde de durum farklı değil. Hemen her yaştan insanın ölüm haberleri, insanları ve kurumları tedbir almaya zorluyor. Sokakta insanlar maskeyle geziyor. Belediye otobüslerine, metrobüse eldiven takarak binen insanlar var. Devlet, milyonlarca insanı bu virüse karşı aşılamaya başladı. Anti-bakteriyel ürünler, temizlik malzemeleri hiç olmadığı kadar ilgi görüyor bu günlerde. Toplu ulaşım araçları, okullar, hastaneler; yani insanların birbirlerine virüs bulaştırması muhtemel bütün mekanlar ilaçlanıyor, dezenfekte ediliyor.



Her öksürene ya da hapşırana insanlar şüpheyle bakıyor. Gözler, etrafı "aman virüs bana da bulaşmasın" endişesiyle seyrediyor. Cam bölmenin ardında elinde eldiven ve yüzünde maskeyle okurlarıyla söyleşen (!) yazarların komik hallerini bir tarafa bırakırsak herkes bu virüse karşı elinden gelen tedbiri almaya çalışıyor. Bütün bu tedbirler hatta daha fazlası insan sağlığı için mutlaka gerekli. Ama bir de madalyonun öbür yüzü var. Maske takarak sokağa çıkan, çantasında anti-bakteriyel jeller taşıyan titiz insanları görünce Bediüzzaman'ın

2.Lema'da temas ettiği ibretlik nükteler geldi aklıma.



Hz. Eyyûb'un kıssası üzerine yazılmış nüktelerde onun maruz kaldığı yara ve hastalıklar anlatıldıktan sonra "İç dışa, dış içe bir çevrilsek, o hazretten bin defa daha ziyade yaralı görüneceğiz." deniyordu. Bizim manevî yaralarımızın her türlü maddî yaradan daha tehlikeli ve öldürücü olduğuna dikkat çekiliyordu. "O'nun yaraları şu kısacık dünya hayatını tehdit ediyor, bizim yaralarımız ise milyonlarca sene sürecek ebedi hayatımızı tehdit ediyor." ifadesiyle insanlar tefekküre ve o yaralarla mücadeleye davet ediliyordu.

O nüktelerin arasında dolaşırken, aklıma bir sürü soru üşüştü. Ne zaman, nerede ve ne şekilde sona ereceğini bilmediğimiz şu kısacık dünya hayatımızı tehdit eden bir grip virüsüne karşı haklı olarak bu kadar panik duyan ve tedbirlerini en üst seviyeden almaya çalışan insanlar, ebedi hayatlarını öldürmeye namzet virüslerin farkındalar mı, diye sordum kendi kendime.



Acaba dedim, Bediüzzaman Hazretleri'nin "Hazer et, bir danede, bir lokmada, bir öpmede batma!" diyerek uyardığı virüslerden her gün kaç tanesi bulaşıyor yüreğimize?

Ya da Kur'an'ın "ölmüş insan eti yemekten daha iğrenç" olarak nitelendirdiği gıybet ve dedikodu bizi öldürmeye hazır tehlikeli bir virüs değil midir?



Yüce Allah'ın açıkça yasak ettiği, insanların kusurlarını ve ayıplarını arama (tecessüs) ve onlar hakkında sürekli kötü düşünme ve her hallerini kötüye yorma (su-i zan) virüsleri ahiretimiz adına bize nasıl bedeller ödetiyorlar acaba?



Nebiler Sultanı'nın (sallallahu aleyhi ve sellem), "Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, sizin de amellerinizi bitirir." sözleriyle tehlikesine işaret buyurduğu haset virüsünün öldürücülüğü neden ürpertmiyor bizi?



Harama bakmanın şeytanın zehirli oklarından bir ok olduğunu unutup, her defasında sinemize saplanan o kahredici zehirin farkında mıyız? Bir haram lokmanın bize ve neslimize verdiği zararı hiç hesap ettik mi?



Aldatmanın, yalan söylemenin, sözünde durmamanın, emanete ihanetin, iftira atmanın, insanlara ve bütün canlılara zulmetmenin, gururun, kibrin, enaniyetin, riyanın, ikiyüzlülüğün, anne-baba hakkını gözetmemenin, eşin, çocukların hukukunu umursamamanın, kul hakkına riayet etmemenin... ve hayatımızın içinde cirit atan daha binlerce virüsün, manevi bünyede meydana getirdiği tahribatın boyutlarını hangi ölçü birimi tespit edebilir?

Televizyon dizilerine, maçlara, günlere, gezmelere ve içi boş muhabbetlere saatlerce vakit harcayan bir insanın, toplamı bir saat süren beş vakit namaza vakit ayıramaması bu virüslerden kaynaklanmıyor mu?



Namazlarını kılan insanların, namazda hedeflenen derinliğe bir türlü ulaşamamaları, kaçırdıkları bir vakit namazın ardından arşı titreten çığlıklarla pişmanlık ve üzüntülerini ifade edememeleri de aynı virüsten değil mi?



Günde yüz defa kelime-i tevhidi, salâvat-ı şerifeyi, istiğfar duasını çekmekte zorlanan, eline Kitabullah'ı, Cevşen'i, Kulûbu'd-Dâria'yı, Delâilü'l-Hayrât'ı almaya üşenen zayıf iradelerin mecalsizliğinin altında da bu virüsler yok mu?



Sorular böylece uzayıp gitti. Evet, manevî bünyeye musallat olan bu virüsler zamanla gövdeyi kemiren bir kurtçuğa veya manevi bir yılana dönüşüyorlar. Bununla da kalmayıp Rabb'imizle en önemli irtibat noktamız olan kalbimizi ve o kalbin tercümanı dilimizi ısırmaya, onları ibadetten ve zikirden soğutup nefret ettirmeye başlıyorlar.

Bilmem ki bu virüslere karşı, domuz gribine karşı takındığımız hassasiyeti takınıyor muyuz?

Cenazeden etkilenip Müslüman oldu


15.11.2009 12:35
Alman Klara Gısela, Osmaniye'de katıldığı cenaze töreninden etkilenerek Müslüman oldu
Eşi Mehmet Sekin ile Kadirli Müftülüğü'ne gelen Klara Gısela, Müftü Orhan Öncü'nün makamında Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman oldu.

İsmini Gülseren Geisthardt olarak değiştiren bayana Müftü Orhan Öncü din değiştirme belgesi ve Kuran-ı Kerim hediye etti.

Gülseren Geisthardt'ı Müslüman olduğu için kutlayan Öncü, "Müslüman olan hanımefendi gibi bizde çok sevinçliyiz. Kendi isteğiyle Müslümanlığı tercih etti. Buradaki örf ve adetlerin güzelliğini görmüş. Müslümanlıktaki güzellikler kendisini çok etkilemiş. Biz de onun Müslüman olmasına ve hidayete ermesine yardımcı olduk." diye konuştu.

Eşi Mehmet Sekin'in vefat eden babası İbrahim Sekin'in cenazesine katıldığını anlatan Gülseren Geisthardt, "Cenazede gördüğüm birlik ve beraberlik beni çok etkiledi. Almanya'da cenazeleri aile yakınları kaldırır. Fakat Türkiye'de cenazeye aile dışında herkes katılıyor. Bu olay beni çok etkiledi ve Müslüman olmaya karar verdim." dedi.

Eşi Klara Gısela'nın babasının 1 yıl önce vefat ettiğini söyleyen Mehmet Sekin ise, "Eşimin babası vefat ettiğinde cenazeye ben de katılmıştım. Almanya'da cenazelere aile yakınları dışında fazla katılan olmaz. Türkiye'de cenazelerdeki birlik ve beraberlik eşimi çok etkiledi ve Müslüman oldu. Almanya'ya yerleşmeyi düşünüyoruz. Çünkü eşim bir üniversite hastanesinde sağlık memuru. Ben de Köln Belediye'sinde işçiyim. Emekli olunca Türkiye'ye dönebiliriz." şeklinde konuştu.

Almanya'nın Köln şehrinde Mehmet Sekin adlı Türk ile 2005 yılında tanışan Klara Gısela, Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde Mehmet Sekin ile evlenmişti.

'Okunması yasak sure' haberi spekülatif


11.11.2009 18:42
Yavuz Bahadıroğlu, gazetelerde ve internet sitelerinde ‘Okunması yasaklanan sure’ başlığı ile yayınlanan haberlerin domuz gribi nedeniyle spekülatif olduğunu söyledi.





ULEMA PADİŞAHA 'HADDİNİ BİL' DEDİ

Bahadıroğlu, 1812’deki veba salgını sırasında Sultan Mahmut’un hastalığın yokolması için yatsı namazından sonra minarelerden ‘Sure-i Ahkaf’ın okunmasını emrettiğini doğrulardan bu haberin işleniş şeklinin yanlış olduğunu vurguladı. ‘Bu konu asıl amacından saptırılarak verilmiştir’ ifadesini kullanan Bahadıroğlu, yaşanan olaydan sonra ulemanın padişahı uyardığını belirtti: Bahadıroğlu şunları bildirdi:
’'Bir kavmin yok oluşunu anlatan bu sureyi padişah kendi inisiyatifiyle okunmasını emretmiştir. Ulema buna karşı çıkmış ve padişaha kendi alanının dışına çıktığını söyleyerek fetva vermesini enegellemiştir. Haddini bil demiştir.'

FETVA PADİŞAHIN İŞİ DEĞİLDİR
Bahadıroğlu, ulemanın yaptığı şeyin Zenbilli Ali Ali Efendi’nin Yavuz Sultan Selim gibi öfkesi burnunda bir padişaha karşı çıkıp ‘Sen dini konularda hüküm veremezsin. Yoksa seni azlederim.’ demesi gibidir diyerek şu ifadeleri kullandı: ''O günkü ihtiyaca göre ayetlerin okunması için böyle bir fetva verilmiştir. Bir anlamda şeyhülislam ve ulema padişahın yanlışlığını düzeltmiştir. Ve bizim işimize karışma demişlerdir.’’ Bahadıroğlu sözlerini şöyle tamamladı:

‘’Bazı zamanlarda Kur’an’ın bazı ayetleri öne çıkar. Bu da ona göre böyle olmuştur. Şeyhulislamlık müesseleri bunlara göre fetva verir. Yoksa haşa, Kur'an'ın ayetlerinden birini diğerine göre tercih etme durumu olamaz. Bu da böyle bir şeydir. Salgın hastalıklar, depremler ve seller olduğunda elbette Allah’ın rahmetini sığınacağız. Böyle bir zamanda Ad Kavmi’nin yok oluşunu okumak elbette uygundur. Ama maslahata uygun olmadığı için ulema bu konuda padişahın fermanını geri aldırmıştır. Padişaha sen haddini bil. Bu işlerden anlamazsın demişlerdir. Hadise budur. Sure-i Ahkaf Ad Kavmi’nin yok olacağını içeren bir suredir. O zaman ki dönmede Kur’an’ın mealni anlayan insanların çok olduğu için halkın morali ve psikolojisi bozulmasın diye padişah uyarılmıştır. Uleme tarafından ‘Şimdi bu fetvanın zamanı değildir’ denilmiştir.

Kurbanla İlgili Merak Edilenler


17.11.2009 12:41
Diyanet İşleri Başkanlığı Kurban Bayramı Öncesinde, kurban ve kurban kesimi ile merak edilen sorulara açıklık getirdi.

Diyanet İşleri Başkanlığı, yaklaşan Kurban Bayramı öncesinde, kurban ve kurban kesimi ile ilgili merak edilen soruları yanıtladı. Başkanlık, taksitle satın alınan hayvanın da kurban olarak kesilebileceğini; kesim esnasında hayvanların, birbirlerinin kesimini görecek şekilde yan yana bulundurulmaması gerektiğini bildirdi.

Diyanet İşleri Başkanlığı, internet sitesinde, Kurban ile ilgili sık yöneltilen sorular ve cevaplarına yer verdi. Söz konusu metinde, taksitle alınan hayvanların da kurban olarak kesilebileceği belirtildi.



Kurban edilecek hayvana acı çektirilmemesi ve eziyet edilmemesi gerektiği vurgulandı. Hayvanların ehil kişiler tarafından kesilmesi ve kesim işleminin süratli bir şekilde yerine getirilmesi gerektiği kaydedildi. Kesim esnasında hayvanların, birbirlerinin kesimini görecek şekilde yan yana bulundurulmamalarına özen gösterilmesi gerektiğinin altı çizildi.



Ölmeden kesilmesi kaydıyla, ihtiyaç halinde veya hayvana eziyet vermemek amacıyla kurbanlık hayvanın uygun tekniklerle bayıltılmasında bir sakınca olmadığı ifade edildi. Bununla birlikte, hayvan henüz kesilmeden, şok etkisiyle ölürse, kurban olmayacağı, etinin de yenemeyeceği vurgulandı.





BESMELE ÇEKMEYİ UNUTMAYIN



İster kurban niyetiyle olsun ister başka bir amaçla olsun hayvan kesilirken besmele çekilmesi gerektiği aktarıldı. Metinde, "Hayvanın kesimi esnasında besmele kasten terk edilirse o hayvanın eti yenilmez. Ancak kasıtsız ve unutularak besmele çekilmezse bu hayvanın eti yenilir." denildi.



Kurban kesen kişinin abdestli olması şart olmamakla birlikte, kurban bir ibadet olduğu için kesenin abdestli olması daha faziletli olduğu kaydedildi.



Kurban ile ilgili sıkça yöneltilen soru ve cevaplardan bazıları şöyle:



-Kadın kurban kesebilir mi?



Hayvan kesiminde, gerekli yeterlilik ve şartları taşıyan kişi kadın olsun, erkek olsun kurban kesebilir.



-Kimler kurban kesmelidir?



Kurban kesmek, akıl-baliğ (akıllı-ergen), dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve mukim olan bir Müslüman'ın yerine getirmesi gereken mali bir ibadettir. Temel ihtiyaçlarından ve borcundan başka 80.18 gr. altın veya bunun değerinde para veya eşyaya sahip olan kişi dinen zengindir.



-Zengin olan karı-kocadan her birinin kurban kesmesi gerekir mi?



İbadetlerde sorumluluk bireyseldir. Bu nedenle, dinen zengin olan karı-kocadan her birinin ayrı ayrı kurban kesmesi gerekir. Ancak İmam Malik'e göre aile reisi tüm aile efradı adına bir adet büyükbaş veya küçükbaş hayvan keserse, bu aile bireylerinin hepsi için yeterli olur.



-Yolcunun kurban kesmesi gerekir mi?



Yolcu kurban kesmekle mükellef değildir. Ancak kesmesi halinde, sevabını kazanır.





KURBAN, BAYRAMIN İLK ÜÇ GÜNÜNDE KESİLİR



-Kurban ne zaman kesilir?



Kurban, kurban bayramının ilk üç gününde kesilir. Kurban kesim vakti, Bayram namazı kılınan yerlerde, bayram namazı kılındıktan sonra, bayram namazı kılınmayan yerlerde ise sabah namazı vakti girdikten sonra başlar. Bayramın üçüncü günü güneş batıncaya kadar devam eder. Şafii mezhebine göre ise, kurban bayramın dördüncü günü de kesilebilir.



-Hangi hayvanlar kurban olarak kesilir?



Kurban; koyun, keçi, sığır, manda ve deveden olur. Bunların dışındaki hayvanlar kurban olarak kesilemezler. Söz konusu hayvanların kurban olarak kesilebilmesi için devenin 5; sığır ve mandanın 2; koyun ve keçinin 1 yaşını doldurmuş olması gerekir. Bu sayılan yaş sınırını geçtiği halde süt dişlerini değiştirmeyen hayvanlar da kurban edilir. Bunun yanında, 6 ayını tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olması halinde kurban edilebilir.



Kurban edilecek hayvanın, sağlıklı, azaları tam ve besili olması, hem ibadet açısından, hem de sağlık bakımından önem arz eder. Bu nedenle, kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırık, dili, kuyruğu, kulakları ve memesi kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu dökük hayvanlardan kurban olmaz. Ancak, hayvanın doğuştan boynuzsuz olması, şaşı, topal, hafif hasta, bir kulağı delik veya yırtılmış olması, kurban edilmesine mani teşkil etmez.



-Kurbanlık hayvanlardan hangileri ortak olarak kesilebilir?



Koyun veya keçinin bir kişi tarafından; sığır, manda ve devenin ise, yedi kişiye kadar ortaklaşa kurban olarak kesilebileceği Hz. Peygamber'in hadisleri ve uygulamaları ile sabittir



-Akika, adak, udhiyye ve nafile kurbanlar için aynı büyükbaş hayvana ortak olunabilir mi?



Ortak kesilen kurbanlarda, hissedarlardan her birinin kurbanlarını aynı maksat için kesmiş olmaları gerekmez. Ortakların her birinin ibadet niyetiyle katılmış olması kaydıyla bir kısmı udhiyye, diğer bir kısmı ise adak, akîka, nafile kurbanı olarak niyet edebilirler.





KURBAN ETİNİN ÜÇTE BİRİ YOKSULLARA DAĞITILMALI



-Kurban eti nasıl değerlendirilmelidir?



Hz. Peygamber, kurban etinin üçe taksim edilip, bir bölümünün kurban kesmeyen yoksullara dağıtılmasını, bir bölümünün akraba, tanıdık ve komşularla paylaşılmasını, bir bölümünün de eve ayrılmasını tavsiye etmiştir. Ailenin ihtiyaç durumuna göre etin tamamı evde bırakılabileceği gibi, toplumda muhtaçların arttığı dönemde kurban etinin çoğunun hatta tamamının dağıtılması uygun olur.



-Kurban derisi nasıl değerlendirilmelidir?



Kurbanın derisi, bir fakire veya hayır kurumuna verilmelidir. Derinin satılması halinde bedelinin yoksullara verilmesi gerekir.



VEKÂLET YOLUYLA DA KURBAN KESİLEBİLİR



-Vekâlet yoluyla kurban kesilebilir mi?



Kurbanı, kişi kendisi kesebileceği gibi, vekâlet yoluyla başkasına da kestirebilir. .. Vekâlet yoluyla kurban kestiren kişi, bulunduğu yerde ki birisine vekâlet verebileceği gibi, başka bir yerdeki kişi veya kuruma da vekâlet verebilir. Vekâlet, sözlü veya yazılı olarak verilebileceği gibi telefon, internet, faks ve benzeri iletişim araçları ile de verilebilir.



-Kuyruksuz koyunlar kurban edilebilir mi?



Doğuştan kuyruksuz olan veya besili olması için küçük yaşta kuyrukları boğulmak suretiyle düşürülen koyunların kurban edilmelerinde bir sakınca yoktur. Ancak bir kaza ile değerini azaltacak şekilde kuyruğunun tamamı veya yarısından çoğu kopan hayvanın kurban edilmesi caiz değildir.



-Ölmüş kimseler için kurban kesilir mi?



Son zamanlarda halkımız arasında yaygınlaşma eğilimi gösteren; "ölü kurbanı" veya "kabir kurbanı" diye isimlendirilen bir kurban çeşidi yoktur. Ancak, ölmüş birisi adına veya sevabı ölüye bağışlanmak üzere kurban kesilebilir. Kurban borcu olup da hayatta iken vasiyet eden kişinin bıraktığı miras yeterli ise, mirasçıları tarafından vasiyetinin yerine getirilmesi gerekir. Vasiyeti yoksa ölen kimseler için mirasçılarının kurban kesmeleri gerekmez. Ancak bir kimse, sevabını ölmüş bulunan anne veya babasına yahut diğer yakınlarına bağışlamak üzere, çeşitli hayır kurumlarına, fakir ve muhtaç kişilere bağışta bulunabileceği gibi, kurban da kesebilir.





SATIN ALINAN BÜYÜK BAŞ HAYVANA, YEDİ KİŞİYİ GEÇMEMEK ŞARTIYLA BAŞKALARI DA ORTAK EDİLEBİLİR



-Satın alınan kurbana, daha sonra başkaları ortak edilebilir mi?



Kişi, mülkiyetinde olan veya kurban etmek amacıyla satın aldığı büyükbaş hayvana yedi kişiyi geçmemek şartıyla başkalarını da ortak edebilir.



-Kurban yerine sadaka vermekle bu ibadet yerine getirilmiş olur mu?



Kurban ibadeti belirli şartları taşıyan hayvanın usulüne uygun olarak kesilmesiyle yerine getirilir. Kurban bedelini yoksullara ya da yardım kuruluşlarına vermek suretiyle, kurban ibadeti ifa edilmiş olmaz.

Kıtlığın en önemli 2 sebebi


17.11.2009 13:53
`Kötüler dünyaya egemen olduğunda ekini ve nesli yok ederler. Allah fesadı/doğallığın bozulmasını sevmez`


`Kötüler dünyaya egemen olduğunda ekini ve nesli yok ederler. Allah fesadı/doğallığın bozulmasını sevmez`. Ekinin yok edilmesi, genetiğinin bozulmasıdır. Neslin bozulması ise, insanların fıtrattan ve vahiyden uzaklaşmasıdır.` Özerk Diyanet Evkaf Sendikası Genel Sekreteri Abdurrahim Çelik`in değerlendirmeleri:

DİN SAVAŞI Çağımızın gündemi olmaya devam ediyor. Açlık savaşları da kapıya dayandı. Felaket tellallığı yapmıyoruz. Sadece dünyanın sayılı birkaç ülkesi hariç geri kalan kısmında gündem dışı bırakılan açlık ve kölelik koşullarına ve bunun nedenlerine işaret etmek istiyoruz. Yaşanan hayattan söz ediyor, hakikatin şahitliğini yapıyoruz.

Son üç yılda yüzde 83 oranında artan dünya gıda fiyatları nedeniyle açlıkla yüzlesen 37 ülkede yüzbinler sokaklara döküldü. Yüzlerce ölü ve yaralı var... Adalet ve Hakça bir paylaşım için dünyanın acilen peygamberlik mesajına, kutsala ihtiyacı var. Zira kaynaklar ve üretim imkanları her gün artmasına rağmen açlık ve yoksulluk ta giderek artıyor. Bu durum, zalimce bir paylaşımın olduğunu gösteriyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde obeziteye karşı geliştirilen ilaçlara ve zayıflama tekniklerine harcanan para bile tek başına açlıktan ölümleri önleyebilecek orandadır.

Son yıllarda gen teknolojisindeki gelişmeler meyve, sebze ve tahıl ürünleri üzerinde uygulanınca fıtratın (tabiatın) dengesi bozuldu. Artık doğal bir yiyecek bulmak neredeyse imkansız hale geldi. İthal edilen genetiği değiştirilmiş tohumlar köylerimize kadar yayıldı. Bu tohumların en önemli özelliği bir sonraki yıla ürün vermeyişi. Pekala bir yıl İsrail`in tohum satmadığını düşünelim, bu durumda doğal tohumdan yoksun kalan çiftçilerimiz ne ekip biçecek? Büyük bir kıtlık yaşanmayacak mı? İşte Kur`an tam bu durumu anlatıyor:

"Kötüler dünyaya egemen olduğunda ekini ve nesli yok ederler. Allah fesadı/doğallığın bozulmasını sevmez". Ekinin yok edilmesi, genetiğinin bozulmasıdır. Neslin bozulması ise, insanların fıtrattan ve vahiyden uzaklaşmasıdır. Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından yaptırılan "Ekmek İsrafı” konulu araştırmanın sonuçları ilginç bulgular içeriyor. Tarım ve Köyişleri Bakanı, gıda gurubunda en çok ekmeğin israf edildiğini, yeryüzünde gelir dağılımındaki adaletsizlikten dolayı yaklaşık 850 milyon civarında insanın aç yaşadığını bildiriyor.

Haiti, Bangladeş, Mısır, Pakistan, Kamerun ve Özbekistan’da artan tahıl fiyatları nedeniyle ordular alarma geçti, halk sokaklara döküldü. Sadece Kamerun’da 40 kişi öldü. IMF ve Dünya Bankası; milyonlarca insanın daha açlıkla yüzyüze olduğunu açıkladı. Dünya Bankası başkanı "Fiyatlar artmaya devam ederse, Afrika basta olmak üzere binlerce, yüz binlerce insan açlık çekecek" diyor.

Batı'nın Gündemi 'Tanrı Var Mı' Tartışması!


09.11.2009 00:53
Batıda ateşli bir din ve Tanrı davası görülüyor. Bir yanda dindarlık yükseliyor, bir yanda dine katı bir materyalizmle yaklaşan yeni ateizm akımı... İşte taraflar ve savları: Yeni ateistlerin karizması ve ukala tavrı, seslerini uluslararası camiada daha kolay duyurmalarını, daha çok insanı dinin insanlık için hiç de iyi bir şey olmadığına inandırmalarını kolaylaştırıyor. Bundan tedirgin olan ilahiyatçılar ve entelektüeller de kalemlerini kuşanıp onlara cevap veriyor, dinin gerekliliğini savunuyor. Bir tarafta dindarlar, bir tarafta bilim adamları, bir tarafta ateistler...

Hayali bir mahkemede ’Tanrı var mıdır, yok mudur’ tartışıyorlar, kitaplar yazıyorlar. Bazıları propaganda kokuyor, bazıları zeká. Bazıları kolay anlaşılıyor, bazıları bilmece gibi. Bazıları ikna ediyor, bazıları iyice arafta bırakıyor. Kesin olan, Batı’da ateşli bir din ve Tanrı davasının görülüyor olduğu. Sadece bu sene içinde 30’dan fazla kitabın Tanrı’yı tartışıyor olması bunun en somut kanıtı. İşte bu tartışmanın tarafları ve savları.

Dengeleri değiştirecek kadın KAREN ARMSTRONG

Tanrı’yı tartışmaya dilimiz el vermez Karen Armstrong dinlerin tarihi konusunda saygın ve yetkin bir entelektüel, uluslararası bir duayen. Öyle ki Birleşmiş Milletler’de yapılan ilk din konulu toplantıya çağrılan üç isimden biriydi. Gençlik yıllarında bir Katolik rahibeydi. Sonra edebiyat eğitimi aldı ve kendisini tamamıyla karşılaştırmalı din çalışmalarına adadı. Aralarında "Tanrı’nın Tarihi", "İslam", "İncil", "Hz. Muhammed’in Hayatı" da olan 19 kitap yazdı. O nedenle son bir senedir giderek sertleşen ateistler-dindarlar kavgasına Eylül ayı sonunda çıkan "Tanrı Meselesi" adlı kitapla girmesi çok önemli. Çünkü o bir bakıma dengeleri değiştirecek kadar güçlü bir ses. Armstrong, Tanrı Meselesi’nde doğrudan ateist argümanlara cevap yetiştirmiyor. Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya da girişmiyor. Dinin mantığını ve Tanrı’yı anlatmak için farklı kültürlerdeki ibadet yöntemlerinin, mistisizmin ve ritüellerin tarihinde yolculuğa çıkarıyor bizi. Ateistlerin Tanrı’yı tartışmak için yeterli ilahiyat bilgisi olmadığını, tamamen yanlış kriterler kullanarak Tanrı’nın yokluğunu kanıtlamaya çalıştıklarını söylüyor. Armstrong’a göre dil, zaten Tanrı’yı anlatmak için yetersiz, dolayısıyla düz mantıkla onu anlamaya çalışmak da beyhude bir çaba.

Hedefteki üç silahşorlar

DAWKINS, HITCHENS, HARIS

"Out" adlı ateizm kampanyasını başlattılar

Türkiye’den web sitesine giriş yasaklandı

0Biyolog Richard Dawkins, gazeteci Christopher Hitchens ve nörobilimci Sam Harris yeni ateizm akımının öncüleri. Dawkins’in son kitabı "Tanrı Yanılgısı" uluslararası bestseller. Harris’in "İnancın Sonu" kitabına, dinle ilgili bütün büyük tartışmalarda atıfta bulunuluyor. Hitchens ise "Tanrı Yüce Değildir" kitabında ve çağırıldığı neredeyse her toplantıda teokratik rejimlerden ve savaşlardan örnekler vererek dinin insanlığı zehirlediğini iddia ediyor. Onlara göre bir orta yol yok: "Dinler kötüdür, Tanrı yoktur ve eğer hálá bunu göremiyorsak yeterince akıllı değiliz." Böyle bir tavırları olmasına rağmen kimse onları görmezden gelemiyor. İngiltere’de yürüttükleri ateizm kampanyası "OUT" çok başarılı oldu. Kitapları çok satılıyor ve üçü de çok zeki olmalarının yanında çok eğitimliler. Neden bahsettiklerini biliyorlar. Birçok ateist dururken Dawkins’in web sitesine Türkiye’den girişin yasaklanması ondandır. Herkesi tedirgin ediyorlar argümanlarıyla. Doğrudan onlara hitaben yazılmış kitaplar bile var. Mesela "Tanrı ve Yeni Ateizm: Dawkins, Harris ve Hitchens’a Eleştirel Cevap" ya da Scott Hahn’ın yazdığı "Yeni Ateizme Cevap: Dawkins’in Tanrı Karşıtı Teorilerini Parçalamak."

ATEİSTLER CEPHESİNİN DİĞER ÜRÜNLERİ TANRI ÇÜRÜTÜLMÜŞ BİR HİPOTEZ

Amerikalı fizikçi Victor J. Stenger, "Tanrı yoktur" diyen bilim adamlarından. 2008’de ateist lobisini çok memnun eden "Çürütülmüş Bir Hipotez Olarak Tanrı" kitabını yazmıştı. Bu kitapta Tanrı’nın varlığı konusuna bilimsel bir hipotez olarak yaklaşmış, eldeki bütün kanıtları değerlendirmiş ve sonuçta "Yoktur, var olsaydı bilim bunu bir biçimde kanıtlayabilirdi" demişti. Mayıs 2009’da çıkardığı son kitabı Kuantum Tanrılar’da da son birkaç yıldır çok moda olan Kuantum fizik kavramının aslı astarı nedir anlatıyor. Kuantum fizikle mistisizm arasında bir bağ kurup "Kendi gerçeğinizi kendiniz yaratırsınız" diyenlere kibarca ve bilimsel kanıtlarla "Saçmalamayın lütfen" diyor

TANRI VİRÜSÜ

Darrel Ray yeni çıkan kitabı "Tanrı Virüsü"nde dinin çok güçlü bir virüs olduğunu, mikroskobu eline alıp virüslerin nasıl yayıldığını inceleyerek anlatıyor. "Tanrı’yı virüs paradigması üzerinden tanımlarsanız pedofil rahipleri, radikal dincileri veya 11 Eylül’ü daha rahat anlarsınız" diyor. Ray’e göre din ve Tanrı kavramı insanoğlunun IQ’sunu bile düşürüyor.

TANRI’NIN YOKLUĞUYLA İLGİLİ KANITLAR

Cambridge Üniversitesi’nden Geoffrey Berg’ün Mayıs 2009’da çıkardığı "Ateizmin 6 Yolu: Tanrı’nın Yokluğuyla İlgili Yeni Kanıtlar" kitabı herkesin anlayabileceği bir dilde, son derece basit yazılmış. Özetle şunu söylüyor: "Tanrı’nın varlığına inanmak bütün mantık kurallarıyla çelişir. Yani dindarsanız mantığınız çalışmıyordur."

TANRI’NIN AVUKATLARI

Tanrı’nın mantığı: Tanınmış bir teolog ve New York’un en popüler kiliselerinden Redeemer’in kurucusu olan Timothy J. Keller’in Ağustos 2009’da çıkardığı "Tanrı’nın Sebebi: Şüphecilik Çağında İnanç" başlıklı kitabını kimse öylesine bir "Hıristiyanlığa övgü" metni gibi okuyamadı. Çünkü Tanrı’nın varlığıyla ilgili son derece etkileyici ve entelektüel olarak doyurucu kanıtlar sunuyor, Dawkins’den Dan Brown’a kadar bütün popüler figürlerin din ve Tanrı’yla ilgili sözlerini değerlendiriyordu. Eleştirmenler bu kitap için "Ateist cephenin elini zayıflatacak" diyor.

TANRI HİKAYELERİ:

Tanrı’nın varlığını hep bilimsel ve entelektüel argümanlarla tartışacak değiliz. CNN muhabiri Jennifer Skiff, Ekim 2009’da çıkardığı "Tanrı Hikayeleri: İlahi Güçle İlham Veren Karşılaşmalar" başlıklı kitabında okuyucularından gelen hikayeleri paylaşmış. Tedavisi yok denilen bir hastalığın ansızın geçmesi, tehlikelere karşı uyaran bir ses duyanlar tarzı mucizevi hikayeler bunlar. Çok da tutuldular.

UNUTULMUŞ TANRI:

ABD’nin çok satan kitaplar yazan rahiplerinden Francis Chan, Eylül ’2009’da çıkardığı "Unutulmuş Tanrı" kitabında Kutsal Ruh’u ihmal eden Hıristiyanlara onunla tekrar nasıl buluşabilecekleri konusunda yol gösteriyor.

MANTIKLI BİR TANRI:

Yale Üniversitesi’nden felsefe profesörü Gregory Gnassle’ın Eylül ayında çıkan kitabı "Mantıklı Bir Tanrı", ateistlerin argümanlarına felsefe yoluyla cevap veriyor, inanç ve mantık arasındaki bağın gücünden bahsediyor ve sonuçta "Tanrı vardır" diyor.

TANRI GÜVENİLİR Mİ

Katolik rahip Thomas D. Williams, insanların Tanrı’ya güveni ne zaman ve nasıl azalır, anketler yaptırarak araştırmış. Ekim 2009’da çıkardığı "Tanrı Güvenilir mi: Zor Zamanlarda İnanç" başlıklı kitapta hem bu araştırmanın sonuçlarını paylaşıyor hem de Tanrı’dan neleri beklemek mantıklıdır, neleri beklememek gerekir, anlatıyor.

EĞER TANRI İYİYSE

Çok satan bir romancı olan Randy Alcorn da "Eğer Tanrı İyiyse" başlıklı edebiyat dışı bir kitap yazarak ateistler ve inananlar arasındaki tartışmaya girmiş oldu geçen ay. Ateistlerin "Eğer Tanrı olsaydı dünyada bu kadar açlık, sefalet, kötülük olmazdı" tezini çürütmeye çalışıyor: "Tanrı insanoğluna iyi ve kötü arasında seçim yapması için irade verdi. Bu özgür iradeyi bahşetmesi bile tek başına Tanrı’nın iyiliğini ve yüceliğini gösterir."

TANRI’YA SABIR

Frank Schaeffer geçen ay piyasaya çıkan "Tanrı’ya Sabır: Dini ya da Ateizmi Sevmeyenler İçin İnanç" başlıklı kitabıyla hem ateistler cephesine hem de radikal dincilere savaş açıyor. Schaeffer’e göre iki taraf da son derece katı ve agresif.

ŞEYTANIN YANILGISI

İsminden de anlayacağınız gibi David Berlinski’nin yazdığı bu kitap Richard Dawkins’in çok satan kitabı Tanrı Yanılgısı’na bir cevap. Ateistlerin argümanlarıyla ince ince dalga geçiyor ve onları dini eleştirmek için hiç de yetkin bulmadığını söylüyor.

ORTA YOLU ARAYAN MAKULLER TANRI’NIN EVRİMİ

Yakın zamanda bir agnostik (bilinmezci) olduğunu gururla açıklamasına rağmen Amerikalı gazeteci Robert Wright’ın son kitabı "Tanrı’nın Evrimi", Tanrı yoktur demiyor da "Tanrı mükemmel değildir" diyor. Tabii bu da yeterince provokatif bir düşünce. Kitabı saldırgan ateistlerin söylemlerinden farklı bir yere oturtan, Tanrı kavramının avcı-toplayıcılardan, tek Tanrılı dinlerin doğuşuna nasıl evrildiğini antropoloji ve sosyolojiden yararlanarak anlatıyor olması. Kültürel ve ahlaki bir fenomen, beşeri bir gelenek olarak ele alıyor dini.

TANRI GERİ DÖNDÜ

Nisan 2009’da yayınlanan "Tanrı Geri Döndü" kitabı İngiltere’de çok konuşuldu. Bunda yazarı John Micklethwait’in saygın siyaset dergisi The Economist’in editörü olmasının da payı var. Micklethwait şunu söylüyor: "Dünya hálá Tanrı’ya inanıyor, değişen tek şey yeni inanç ve ibadet eğilimleri olması. Dinin moderniteyle bir problemi yok ve ateistlerin hep iddia ettiği gibi din ortadan kalksa bile dünyada şiddet azalmazdı.

TARTIŞMANIN FENCİ AYAĞI

Bilimin ilerlemesi Tanrı’yı zayıflatmaz çünkü... Tanrı tartışmasının bir de fenciler tarafı var. Bazı bilim 0adamları "Tanrı vardır" diyor, bazıları da "Bilimsel olarak kanıt bulamıyoruz diye Tanrı yoktur diyemeyiz" diyor. "Tanrı’nın Dili" kitabını yazan genetikçi Francis S. Collins’e göre Tanrı inancı bilimsel olarak açıklanabilir, bilimin ilerlemesi de Tanrı’yı zayıflatmaz çünkü bunu mümkün kılan Tanrı’nın ta kendisidir. Vardır yoktur tartışmasına hiç girmeden Tanrı’yı savunmak da mümkün. Nörobilimci Andrew Newberg, Mart’ta çıkan kitabı "Tanrı Beyninizi Nasıl Değiştirir"de inanmanın çok faydalı olduğunu MR görüntüleriyle anlatma gayreti içinde. MIT mezunu fizikçi ve ilahiyatçı Gerald Schroeder, Haziran’da piyasaya çıkan "Tanrı’nın Bilimi" kitabında "Eğer İncil’i doğru okur ve bilimin söylediklerini doğru yorumlarsak ikisinin birbiriyle çelişmediğini, aksine tamamladığını görürüz" diyor. Ona göre İncil’deki ayetler görünen anlamlarının dışında bir şeyler ifade eder. Öyle ki, bu ayetler bilimin hayatın anlamını açıklamakta zorlandığı noktalarda insanlığa yol gösterir. Fizikçi Bernard Haisch ise Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için ilginç bir yol seçmiş. Nisan 2009’da çıkan kitabı "Tanrı Teorisi"nde ışık ve ışık hızını incelemiş. "Tanrı’yı anlamak için ışık teorilerine göz atın" diyor.

FRANKOFON CEPHE TANINMA DERDİNDE

İhtilalini rahiplerin oluk oluk kanlarıyla kutsayan Fransız dünyası din tartışmalarının öteden beri en kuvvetli yaşandığı ülkelerden. O yüzden de Frankofonlar tartışmada bir tık önde: Fransa’da 2009’da çıkan kitaplar Tanrı’ya inanmamanın bir varoluş biçimi olarak resmiyet kazanmasını tartışıyor. Ateistler Birliği, Ulusal Özgür Düşünce Derneği, Akılcılar Birliği gibi hareketler Katolik imanı yargıladı, giyotine yolladı bile.

YÜKSELİŞTEN KORKMAYIN

Dinlere ve Tanrı’ya en tepeden bakanı "Tanrıları Söküp Atmak"ın yazarı JC Sitzia Le Blond. "Dini inanışların dalga halde yükselişi sizi korkutmasın. Aksine buna gülümsemelisiniz. Tıpkı Sümerlerin, Eski Yunanlıların, Eski Mısırlıların çocukça inanışlarına gülümsediğimiz gibi" diyor.

İÇLERİNDE EN PROVOKATİFİ

Olivier Bach "Amacım provoke etmek değil" diyor ama "Olguların Işığında Tanrı ve Dinler" kitabında en provokatif soruları da o soruyor. Tanrı gerçekten zayıfları korur mu? Hayatın kaynağı olduğu ve ölüme karar verdiği gerçek mi? Dinlerin insanlığın gelişmesine katkıda bulunduğu doğru mu? Dinlerin köleciliğe karşı olduğu, insan haklarının kaynağı olduğu, toplumdaki eşitsizlikleri gidermeye yaradığı hakikat mi?

TANRISIZ DA MUTLU

Bir dini inanca yaslanmadan da mutlu olunabileceğini iddia eden Quebec’li akademisyenler Daniel Baril ve Normand Baillargeon’u "Tanrısız da Mutlu" kitabını yazmaya iten olay okullarda ahlak ve din kültürü dersinde ateizme yer verilmemesi. Savları şu: "Quebec’teki ateistlerin sayısı o müfredatta anlatılan çoğu din ve inancın mensuplarından daha fazla. Ama hiç yokmuşuz gibi davranılıyor."

İSTİKBAL ATEİZMDE Mİ

Adrien Morel bu yıl tartışmaya bir girdi, pir girdi. "Ateizm: İnancın Sonu mu, Geleceği mi" adlı 156 sayfalık ilk kitabında olgunlaşmasını tamamlaması halinde ateizmin inancın sonu değil, yeni inanma biçimi olacağını iddia ediyor.

FRANKOFONLARIN ŞİRİN YÜZÜ

"Küresel Ahlak İçin Kod" serisinin yazarı Rodrigue Tremblay’ın özelliği, Anglosakson yazarlar Dawkins, Harris ve Hitchens negativizmine düşmemesi. Dinlere ve inanışlara doğrudan karşı çıkmak yerine onların evrensel bir ahlak etrafında insanları birleştirilmesini eleştiriyor.

Kazakistan`da `din yasası` tartışma yarattı


Dini ifade ve örgütlenme özgürlüğü üzerinde kısıtlamalar getiren yasa eleştirilere hedef oldu


Kazakistan`da geçtiğimiz yıl Kasım ayında kabul edilen ve Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev tarafından henüz imzalanmayan din ile ilgili yasa ülkede tartışmaya yol açtı.

Yasada ülkede faaliyet gösteren tüm dini örgütlerin kayıt altına alınması zorunlu hale getiriliyor, dini kitap ve yayınlar denetim altına alınıyor.

Yeni yasanın devlet başkanı tarafından imzalanmadan önce yeniden gözden geçirilmek üzere yüksek anayasa meclisine gönderildiği öğrenildi.

Amerikan sivil toplum örgütü `Freedom house` ise, Astana`nın 2010 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı(AGİT) toplantısına başkanlık yapacağını hatırlatarak, yasanın insan hakları göz önünde bulundurularak yeniden düzenleneceğine inanıyor.

AGİT danışma grubu üyesi Koul Durkheim, din yasasındaki bazı maddelerin Hizbutahrir örgütünün yagınlaşmasının önlenmesi ve ülkede `yeni din` anlayışının yerleştirilmesi açısından olumlu olduğunu iddia ediyor.

`Din eğitimi, ideolojik tartışmalardan uzak tutulsun`


Ensar Vakfı Değerler Eğitim Merkezi, `Türkiye`deki okullarda din öğretimi` sempozyumunda Türkiye`nin değişik ilahiyat fakültelerinden 52 ilim adamını bir araya getirdi. Başta Alevilik olmak üzere okullardaki ders programlarının hazırlanması ve okutulmasının ele


Açılışta konuşan Ensar Vakfı Başkanı Ahmet Şişman, zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin adına uygun bir şekilde bir kültür dersi olarak okullarda verilmeye devam edilmesi gerektiği görüşünde olduklarını söyledi. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Muhammed Şevki Aydın ise tüm dünyayla birlikte Türkiye`de de din eğitimi ve öğretimi alanında uyanışlar yaşandığını, eğitim ve öğretiminin açık-çoğulcu bir toplum çerçevesinde yeniden ele alınması gerektiğini belirtti. Aydın, `Din eğitimi alanında önemli sorunlar var. Uygulamalarda köklü değişikliklere ihtiyacımız bulunuyor. Din eğitimi üzerinde ideolojik tartışmalara engel olmamız gerekiyor. İdeolojik zeminde yürütülen tartışmalar çözüm yollarını kapatıyor. Din eğitimini polemik konusu yapmaktan çıkartmalıyız.` ifadesini kullandı. Aleviliğin öğretimi konusunda tebliğ sunan Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Yılmaz, Sivas`ta Alevilerle yüz yüze yaptığı görüşmeleri anlattı. Aleviliğin ders kitaplarına alınması aşamasında konunun tarafları ile ortak çalışma yapılması gerektiğine dikkat çeken Yılmaz, `Kitaplarda ibadet konularından birkaçı hariç Alevilerin itiraz edeceği yer yok.` diye konuştu.

Sempozyumda Prof. Dr. Recep Kaymakcan tarafından hazırlanan `Öğretmenlere göre din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri` isimli rapor sonuçları da açıklandı. Kaymakcan, okullarda görev yapan din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin yüzde 88`inin Aleviliğin müfredatta yer almasının yararlı olacağı görüşüne sahip olduğu vurgulandı. Ancak öğretmenlerin yüzde 60`ının derslerde Alevilik konusunu işlemekte kendilerini yeterli bulmadıkları belirtildi. Bağlarbaşı Kültür Merkezi`nde düzenlenen sempozyuma bugün de devam edilecek. MÜKREMİN ALBAYRAK İSTANBUL

24 Mayıs 2009, Pazar

İstanbul saldırısı ve din tartışmaları

İstanbul`da ABD Konsolosluğu`na yönelik saldırı sonrasında ortaya çıkan değerlendirmeler, bazı konulardaki seviyemizi bir kez daha ortaya koydu.

Saldırının mahiyeti, kimi ve neyi hedeflediği, kimin kimlerle hesaplaştığı ayrıca tartışılabilir. Ancak işin can sıkıcı yanı, bu tür olayların ardından ortaya çıkan ve `din`, `dindarlık` gibi konular üzerinde ahkam kesenler.

Oysa bu coğrafyada `din`i yok sayarak ya da onu uluslararası tezgahlarda üretilen birtakım kalıplarla anlamaya çalışarak yapılanların hepsi, aynı kapıya çıkar. Onun için şu günlerde `Din bu mudur, din adına cinayet işleniyor, kendimizi sorgulayalım` diyenler, aslında Abdurrahman Yalçınkaya ile aynı yöne bakmaktadır.

AK Parti kuşku yok ki, sudan sebeplerle ve gerçekten tarih önünde büyük bir haksızlıkla kapatma davasıyla karşı karşıya kaldı. Bunun ne hukukla, ne de çokça dile getirildiği gibi bu ülkeyi korumakla ilgisi yok. Israrla ve kör bir inatla Türkiye`de `din`in rolünü inkar eden, sözüm ona onun istismar edilmesini engellemek için tavır gösteren odaklar, bir kez daha aynı yanlışı deniyorlar.

İşte bir örnek daha.

Daha önce İsmail Ağa cemaatiyle ilgili kışkırtıcı yayınlara imza atan gazete, şimdi de Suriye`den İstanbul`a gelen Şeyh Muhammed Haznevi`nin ziyaretini aynı üslupla ele alıyor.

Gazetenin bu konulardaki cehaletiyle tanınan yazarı `Atatürk Havalimanında tarikatın gövde gösterisi` başlığını atmış. Amaçları `Biz de varız ve güçlüyüz` mesajı vermekmiş!

Gel de şimdi bunlara Hazneviler kimdir, Suriye`deki konumları nedir, siyasetle, hele Türkiye`deki siyasetle niçin ilgileri olamaz diye anlat.

Nafile bir çaba.

AB yolunda din-devlet ilişkileri de tartışılmalı


Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Avrupa Birliği (AB) tartışmalarında siyaset, ekonomi ve kültürel konuların ön plana çıktığına dikkat çekerek, din-devlet ilişkilerinin göz ardı edilmesinden yakındı.



Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, insanların daha dindar hale geldiklerini söyledi.

AB ile ilgili tartışmalarda karşılaşılan en önemli sorunun `homojen ve tek tip bir Avrupa anlayışı` olduğuna işaret eden Bardakoğlu, `Her alanda olduğu gibi din-devlet ilişkilerinde de AB ülkelerinde çeşitlilik var. Ağırlıklı tartışılan konu siyaset, ekonomi ve kültür. Ama bununla birlikte AB`de din-devlet boyutunun yeterince tartışılmadığını görüyoruz.` dedi.

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi`nin (İSAM) desteği ile yapılan `Avrupa Birliği ülkelerinde din-devlet ilişkisi` konulu sempozyum, İSAM Konferans Salonu`nda başladı. Açılışta konuşan Başkan Bardakoğlu, ülkelerin tercihinin onların din eğitimi ve öğretimine bakışlarını da etkilediğini vurguladı. Modernleşme ile dinin etkisinin azalacağı görüşlerinin boş çıktığını aktaran Bardakoğlu, dünyanın bazı istisnalar dışında eskisinden daha fazla dindar hale geldiğini söyledi. Proje sorumlusu Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Köse de, çalışmalarına başlarken, `Din-devlet ilişkisinde ortak bir Avrupa modeli var mı? Yoksa bu alan ülkelerin sorumluluğuna mı bırakılmış?` sorusundan hareket ettiklerini kaydetti. Sempozyumun açılış tebliğini sunan İngiltere Exeter Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Grace Davie ise Avrupa`da genç nüfusun büyük bölümünün dinden uzaklaştığını, dini düşüncesini kontrol etme kapasitesini yitirdiğini söyledi. Bununla birlikte dinin her geçen gün kamusal alana nüfuz ettiğini kaydeden Davie, `Bu eğilimi Avrupa`nın çeşitli bölgelerindeki İslam`ın varlığı tetiklemekte.` dedi. İki gün sürecek ve 12 Avrupa ülkesinin katıldığı sempozyumda Müslümanlara yönelik politikalar da ele alınıyor.

Mükremin Albayrak, İstanbul

Mahkemeden din dersi konusunda tartışılacak karar

Antalya 3. İdare Mahkemesi, zorunlu din dersi konusunda tartışılacak bir karara imza attı. Edinilen bilgiye göre, Antalya`da yaşayan M.A.D. ile D.D. çifti Muratpaşa ilçesindeki bir ilköğretim okulunun 5. sınıfında eğitim gören kız çocukları S.D`nin zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden muaf tutulması istemiyle dava açtı.



Muratpaşa Kaymakamlığı aleyhine açılan davada avukat Nusret Gürgöz, S.D.`ye eğitim gördüğü ilköğretim okulunda ailesinin iradesine, dinî inançlarına ve felsefî görüşlerine aykırı biçimde dinsel eğitim verildiğini, davalı idarenin işleminin hukuka aykırı olduğunu savundu. Zorunlu din dersinin yürütmesinin durdurulması istemine yönelik kararı veren Antalya 3. İdare Mahkemesi, gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası`nın 24. maddesi, gerekse İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmesi`nin 9. madde hükümlerinin herkesin dinî inancını ve özgürlüğünü koruduğunu ifade etti. Mahkeme heyeti, zorunlu din dersi uygulamasının davacı öğrenci yönünden yürütmesinin durdurulmasına hükmetti. Antalya, Cihan

25 Şubat 2009, Çarşamba

Din eğitimi konusunu önyargısız tartışalım


Bardakoğlu, din eğitimi konusunun her şeyden önce ön yargısız bir şekilde tartışmaya açılması gerektiğini söyledi


Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, toplumun din eğitimi ihtiyacının tam olarak karşılanamadığına dikkat çekerek, "Bu konuda ilk yapılacak şey din eğitimi ihtiyacının nasıl karşılanması gerektiğini tartışmaktır. Din eğitimi konusuna önyargısız olarak yaklaşmalı, tartışmalı ve her türlü fikre açık olmalıyız" dedi. 1. Din Hizmetleri Sempozyumu`na katılan Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Başkanlığın din kurumu değil , sadece din hizmetleri verdiğini belirterek, "Hızla değişen bir toplumda yaşıyoruz. Eskiden gördüğümüz ve devraldığımız geleneklerle din hizmetlerini sürdürmek yerine, yeni yüzyılın ihtiyaçlarına göre insanlarımıza yeni usüllerle, iletişim araçlarıyla din hizmetini sunmak durumundayız" dedi.

DİN HEPİMİZİ İLGİLENDİRİR

Bardakoğlu, din eğitimi konusuyla ilgili bir soru üzerine Anayasa`nın 24. maddesinin din eğitimi konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı`na verdiği görevi hatırlatarak, bu görevin cami hizmetleri ve Kur`an kursları kanallarıyla yerine getirildiğini söyledi. Din eğitimi ihtiyacını karşılayan başka bir kurumun olmayışına dikkat çeken Bardakoğlu, şöyle konuştu: "Toplumun din eğitimi ihtiyacını bir realite olarak görüp, bunun nasıl karşılanması gerektiğini tartışmak gerekir. Ön yargısız olarak, kimseyi itham etmeden, mahkum etmeden." Tartışmaların kurumları yıpratmadan yapılması gerektiğini ifade eden Bardakoğlu, dinin herkesin ortak bağı olduğunu sözlerine ekledi. Bardakoğlu, Kur`an kurslarındaki 12 yaş sınırıyla ilgili bir soru üzerine ise, " Yaş 15 olsun ya da 10 olsun diyenler olabilir. Biz de toplumun tartışmasından istifade ederiz. Bu konuda kararı verecek olan Diyanet İşleri değil, siyasi iradedir, yasama organıdır. Biz ise sadece görüşlerimizi paylaşırız" dedi.

"Zorunlu din dersi" tartışmaları


AB çevrelerinde, Türkiye`de "zorunlu din dersi" tartışmalarını yakından izliyor. Üst düzey AB diplomatları, din dersinin tüm öğrenciler için zorunlu olmaması gerektiği konusunda birleşiyor.

AB diplomatları, tüm öğrencilerin almaya mecbur edildiği bir din dersinin AB ilkelerine uygun olmadığını söylediler. Konuyu değerlendiren bir AB Büyükelçisi, AB`nin "zorunlu din dersi" ile ilgili yaklaşımının "açık ve net" olduğunu belirterek, "Zorunlu din dersini AB onaylamıyor" dedi.

AİHM`nin Alevi bir velinin başvurusu üzerine din dersinin zorunlu olmasına karşı çıktığına dikkat çeken Büyükelçi, "AB, er yada geç bu konu üzerinde duracak" şeklinde konuştu.

"HÜKÜMETİN NE YAPACAĞI BELLİ DEĞİL"

Diğer üst düzey bir AB diplomatı da, Türkiye`de "zorunlu din dersi" konusunun "karmaşık ve hileli" bir konu olduğunu, hükümetin üyelerinden farklı ve çelişkili açıklamaların geldiğini savunarak, hükümetin ne yapacağının belli olmadığını savundu.

AB ülkelerinde din dersi konusunun, ülkelere göre değiştiğini belirten diplomat, "AB içinde tek bir reçete yok. Ancak başka inançları olan veya inancı olmayan öğrenciler gözardı edilemez" şeklinde konuştu.

17 Kasım 2009 Salı

Kâbe’nin üzerinden ‘kuş uçmadığı’na dair kanaati siyasiler ve din bilginleri tartıştı


BAKIN KİMLER NELER DEDİ?

Aşkın Asan (AK Parti Ankara): 18 yaşında Kâbe'ye gittim. Bu konu o zaman da vardı. Sonra bir sabah namazı sırasında, Kâbe'nin önünde bağdaş kurup gözlemledim. Kuşlar Kabe'nin üzerinden uçmuyordu. Yanından kenarından güvercinler geçiyor. Çünkü, namaz vakti, bir yerlere ekmek kırıntısı bırakılıyor. Onları alıyorlar, ama üstünden uçmadı.

Prof.Hayri Kırbaşoğlu (A.Ü. İlahiyat Fakültesi Hadis Bölümü): Bu tür iddiaları ortaya atanlar bilimsel ispattan ziyade kendi kutsallarına karşı bazı çabalar içine girerler. 'Hac'da şeytan taşlamasında atılan taşların göğe kaldırıldığı' şeklinde de bir şey var. Bunların aslı astarı yok.

Prof. Ethem Derman (A.Ü. Fen Fakültesi Astronomi Bölümü Uzay Bilimleri Başkanı): Suyun olmadığı yerde kuş olur mu? Hiçbiri doğru değil. Bu manyetik alanla da açıklanamaz. Çünkü, dünyanın manyetik alanı geneldir. Bölgesel manyetik alan olmaz. Kâbe'de lokal olarak manyetik alan yok.

Prof. İsmail Hakkı Ünal (A.Ü İlahiyat Fakültesi. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi): Dinde böyle bir şeyin yeri yok. Halk arasında var. Kuş uçar, uçak uçar. Kuşların ne suçu var. Kuşa gelene kadar kutsallığını zedelemişler, onlara itibar etmemek lazım.

Okan Can (Kuş Göçü uzmanı): Gözlem yapılması lazım. Basit bir araştırma ile anlaşılır. 4 ayrı kafeste güvercin götürülür ve bırakılır. Manyetik alan kuşları etkilemez. Uçarlar.

Mehmet Çiçek (AK Parti Yozgat Milletvekili- Diyanet İşleri eski Başkan Yardımcısı): Kâbe'ye yıllardır giderim bu söylenir. Ama kuşlar her yerden uçarlar.

BİR KLASİK MÜZİK KONSERİNDE, EZAN OKUNURKEN KONSERE ARA VERİLMESİNİ YADIRGAYAN BİR OKUR, AYŞE ARMAN'A MAİL ATMIŞTI. AYŞE ARMAN, 'OLMAZ BÖYLE ŞEY'E ALDIĞI İTİRAZLARI KÖŞESİNDE ŞÖYLE YAYINLADI:

Bu ülkenin yüzde 90’ı, “Konser sırasında ezan başlarsa, konsere ara verilsin” diyor.

Bir kısmı, “Sesler karışıyor, kakofoni oluyor o yüzden” diyor.

Bir kısmı da, “Ezan insana huzur veriyor ve bu ülke mozaiğinin de bir parçası, ne var yani bir süreliğine müzik dursa” diyor.

Ama ezici bir çoğunluk, ezan okunurken müzik çalınmasını dine saygısızlık olarak değerlendiriyor.

Hepsi çok inançlı olduğu için değil.

Sadece “öteki”nin inancına saygı duymak adına.

Bir de tabii ezan Allah’ın emri olduğu için, böyle bir şeyi tartışmayı bile abes bulanlar var.

Yabancı sanatçıların çoğu da zaten, kimse söylemeden, zaten kendi istekleriyle böyle bir es veriyorlar.

İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, “Bizde böyle bir uygulama yok” diyor, ama sağ olsun okurlarım, ezandan dolayı kesilen İKSV konserleri tek tek sayıyor.

*

Gelen maillerin çoğunluğunun “Lafa bak, tabii ki duracak konser, nüfusunun yüzde 99’unun Müslüman olduğu bir ülkeden söz ediyoruz” şeklinde olduğunu görünce, “Demek ki, ülke gerçeği artık bu” dedim.

Benim gerçeğime gelince, ezan sesi yükselmeyen bir ülkede yaşamak istemem, seviyorum ezan sesini, içimi huzur kaplıyor, hatta bazen ağlama isteği geliyor, ama iyi okunan ezanda...

Kötü okunan ezanda ise, itiraf ediyorum saçımı başımı yolmak istiyorum.

Konser sırasında ara vermeye gelince...

Arabada iki kişinin cep telefonuyla konuşmasına bile sinir olan biri olarak, seslerin birbirine karışmasına tahammül edemiyorum, öyle bir durumda evet, bekleyelim ezan bitsin ama konseri bölmüyorsa, ara vermek neden? Niye saygısızlık olsun?

Ben bir sürü şeye anlam veremiyorum bu ülkede.

Sorun bende galiba.

Aşağıda maillerden bazı örnekler okuyacaksınız, sığmayanlar internette, tek tek yanıt yazmadım, zaten bu konuda ne düşündüğümü az evvel açıkladım.

Çeşit çeşit görüş buyurun burdan okuyun

İKSV genel müdürü gerçeği bilmiyor

Arkeoloji Müzesi’nde 23.06.2009 Salı akşamı saat 21.00’de başlayan Saray Konserleri programına eşimle katıldık ve ezan okunurken programa ara verildi. Hatta komik bir şey de oldu. Biliyorsunuz Arkeoloji Müzesi, camilerle çevrili bir alanda. Biri biterken bir diğer caminin ezanı başlıyordu, sonra diğeri, böylece uzadı gitti. En sonunda Halit Turgay gülümseyerek tekrar programa başladı. Kısacası İKSV genel müdürü ya gerçeği söyleyemiyor ya da gerçeği bilmiyor.

(Halit K.)

Türkiye zaten muhafazakâr

Türkiye, her geçen gün muhafazakarlaşmıyor, zaten muhafazakar! Yüzde 99’unun Müslüman olduğu bir ülkede, ezan sırasında, konser arası, normal değil mi? O halde bu gocunma niye? Bodrum, Yunan adası değil ki, Türkiye sınırlarında. Hele bundan sonra ramazan, yıllarca yaz aylarına rastlıyor, dinimizin vecibelerine bir zahmet daha çok uyalım.

(Turgut Y.)

Ortaköy’deki ezan sesi büyüleyici

7 Temmuz 2009. Saat 22.00. Ortaköy Sait Halim Paşa Yalısı’ndayız, Melody Gardot konseri. Yerimize oturduk. Konser başladı. Melody Gardot nefis sesiyle bizi bizden alırken, birden müzik kesildi. Melody Gardot kısa bir açıklama yaptı. “Bu sabah, çok erken bir saatte, bu harika şehirde, yatağımdan büyüleyici bir sesle uyandım, işte yine aynı ses” gibi bir şeyler söyleyerek, konsere birkaç dakika ara verdiğini anons etti. Ve hemen ardından Ortaköy Camii’nden ezan sesi yükseldi. Ezan bitince de konser devam etti. Nasıl yorumlayacağımı bilemedim. Cami konser alanına çok yakın olduğu için gürültüler
karışacak diye mi böyle yapıldı ya da saygıda kusur etmemek için mi? Orası bir soru işareti. Ama olan budur.

(Füsun F.)

Çanla klasik müzik bölünmez!

Eyvah eyvah! Bodrum’daki sanatsever aydınlarımızın, ezan yüzünden konsantrasyonlarının bozulmasına ailecek çok üzüldük. Diyoruz ki, tez zamanda “Ezana hayır! Kahrolsun ezan!” gibi mitingler düzenlemeliyiz. Bodrum’daki camilerin yıkılmasını da talep etmeliyiz. Oraya kilise yapılsın, sadece çan çalsın. Hem çan çalınınca, klasik müzik bölünmez! Ülkemizin en önemli sorunu da böylelikle çözülmüş olur.

(Mehmet Ç.)

Biz Konya’da alıştık Bodrumlular da alışır

Biz burada, yani Konya’da çoktan alıştık efendim. Yakında Bodrumlular da alışır. Memleket baştan başa Amerikan mandasında yemyeşil şeriat. Konser arası ezanlar sürdükçe, şeriat arası talan ve soygun da sürecektir efendim. Ama bu şaşkınlık niye? Oy verenler bu insanlar değil mi? Medya bile akçe
işleri nedeniyle yeşile bürünmüyor mu? Saygılarımı sunuyorum efendim, sevgi
ve ışık sizinle olsun!

(Sait S.)

İnsanları kendi haline bırakın

6-7 sene önce Şefika Kutluer, Aya İrini’de piyano eşliğinde muhteşem bir resital veriyordu. Bir ara durdu, flütünü göğsüne bastırdı, huşu içinde ezanı dinledi ve devam etti. O zaman bu davranış, biz izleyicilere çok mistik ve hoş gelmişti. Ama kendimizi baskı altında hissettiğimiz, din adına dayatmacı bir dönemde izleyicilere itici gelmiş olması normal. Demek ki, insanları kendi haline bıraksalar, herkes daha anlayışlı ve hoşgörülü davranabilecek. Din politikaya alet edildiği sürece, bunları yaşamak zorunda kalacağız.

(Tuna E.)

Saygı gereği kesilmiştir

Konserde, düğünde, eğlencede vs. ezan okunurken müziğin sesini kısmak, Türk kültür ve ananelerinden biridir ve saygı göstergesidir. Bir tarafta ipodu ile şarkı dinleyen bir genç, onun yanında şarabını yudumlayan birisi ve az ilerisinde namaz kılan biri doğaldır. Ama ezan bu ülkede binlerce yıldır okunmaktadır ve saygı gereği yarıda kesilmiştir. Bence doğru yapılmıştır. Mekan kapalı ve ezan sesi dışarıdan duyulmuyorsa,
bakın o başka.

(Alpaslan K.)

O konserde ben de vardım

42 yaşında İzmir’de yaşayan Atatürk ilkeleri için elimden geleni yapmaya gayret eden bir kadınım. Turgutreis’teki o konserde ben de vardım. Ezan arası verilmesi, benim çok hoşuma gitti. Öncelikle cami çok yakındı ve müzikle karıştığı için konseri dinlemek zorlaşıyordu. Ayrıca hoca, ezanı inanılmaz güzel okuyordu. Buna da sık rastlamıyoruz biliyorsunuz. Şefin de, ezanı dinlemekten keyif aldığını düşünüyorum. Abartacak bir durum yok. Lütfen daha geniş açılardan bakalım olaylara. (Ayşegül B.)

Tamamen sesle ilgiliydi

İKSV Müzik Festivali kapsamında, hem Arkeoloji’nin bahçesinde hem de Esma Sultan’da ezan arası verildi. Hatta müzik festivalinde ara çok uzadı hem sanatçıların hem izleyicilerin konsantrasyonu epeyce dağıldı. Espriyle, “Ne yapalım ki, hepsi aynı anda okumuyor! Bekliyoruz böyle” dediler. Tamamen sesle ilgiliydi. Şile’de de, geçen yıl, halk konserlerinde istisnasız hepsinde ezan arası verildi. Şile, maalesef artık AKP’li. Bu uygulama da onlardan sonra başladı. Hatta birinde, belediye başkanı namaza gidince avanesi de arkasından kalktı. Ezan arası oldu, namaz arası namazı kıldı, geldi konser öyle devam edebildi. Sanatçı Şileli genç bir kızdı bozulmadı, başkası olsa terk edip giderdi. Namaz kılmanın şov malzemesi yapılmasını kesinlikle saygısızlık olarak değerlendiriyorum. Rahmetli anneannem de Şileli aydın, hacı kızı, başı açık, namaz kılan hem dinini bilen hem de güncel yaşayan biriydi. Hiçbir etkinlikte namaz molası verdiğini hatırlamıyorum. Her meclise katılır, eve gelince kılardı namazını. (Yasemin.)

Ezan sesi çok yüksek

O konsere ezan sesi yüksek diye ara verilmiştir. Bu çok ciddi bir sorun. Bizi bir tarafa bırak, turistler rahatsız olmaz mı? Bal gibi oluyorlardır. Çeşme Ilıcalı imamı, inanılmaz yüksek sesle bağırıyor. Zaten turist murist yok. Biz bizeyiz. Galiba başımızdakilerin turizm gelirine ihtiyaçları yok. Yanlış anlaşılmasın, ezana filan itirazım yok. Sadece bu kadar yüksek sesle okunmasın diyorum. (Güler K.)