2 Kasım 2009 Pazartesi

Din zgürlüğü'ne Genel Bir Bakış

“Dini, dili, ırkı fark etmez, din özgürlüğü sorunu yaşayan herkese ithafımdır.

“Din özgürlüğü” tabirinden ne anlıyorsunuz? Mesela Ali Babacan “Türkiye’de Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor” demeciyle neyi kastetmişti? Dinin devlet eliyle kontrol altına alınması, din özgürlüğüne zarar verir mi? Her din, kontrol altına alınması gereken, tehlikeli ve korkunç bir dogma mıdır? Kontrol altına alınırsa ne olur? Alınmaz ise ne olur? Farklı din veya mezhebe mensup kişilere gerek devlet gerekse fertler düzeyindeki olumlu ya da olumsuz tavırlar din özgürlüğü bağlamında nasıl değerlendirilmelidir? Mesela ülkemizde yaşanan bir gerçeği; İncil basıp dağıtanları domuz bağıyla katleden zihniyeti konumuzun neresine sığdıracağız?…Bir dizi sorularla ve sorgulamalarla yazıma başlamak istedim.

Evet bu soruların ışığında din özgürlüğü kavramını ele alacağız bu makalede. Dahası, tarihi süreç içerisinde problemi ortaya çıkaran sebeplere, yaşanmış örnek olaylara değindikten sonra, Kur’anı Kerim’in getirdiği esaslar ve Peygamber Efendimizin uygulamaları ve din özgürlüğünün çoğulcu toplumlarda barışa nasıl katkı sağladığına işaret edeceğiz.

Öncelikle din özgürlüğü kavramından ne anlamamız gerektiğini ele almamız gerekiyor.

Ülkemizde “Din Özgürlüğü” konusu olunca, malum medyada da yansıdığı üzere yüksek laik dozajlı tepkiler yağıyor. Hemen itirazlar yükseliyor. “Bu ülkenin 80 bin camisi açıktır. Günde 5 vakit ezan okunur. Öyleyse geriye ne kalıyor? Şeriat…” gibi absürt argümanlar gırla gidiyor. “Namaz kılana tekme atan, zorla oruç yediren mi var?” gibi sığ yorumlar meşgul eder gündemi. Oysa bu tip yaklaşımlar Tek Parti döneminde vaz’edilen “din sadece vicdanda ve mabed’de kalmalıdır” anlayışının sığ bir tezahürü olduğunu söylemem gerek.

Oysa yaşadığımız dünyada din özgürlüğü tanımı oldukça genişletilmiş. Bakın,10 Aralık 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18. maddesi şöyle:

“Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı vardır. Bu hak, dini, bireysel veya topluca, kamusal olarak ya da özel biçimde, öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenler yoluyla açığa vurma özgürlüğünü içerir.”

Yani bu şu demek. Din özgürlüğü, bir dine inanma, yaşama, eğitim ve öğretim yoluyla o dini gelecek nesillere intikal ettirme veya tebliğ vasıtasıyla başkalarına anlatma ve nihayet o değerlere inanan insanların birlikte hareket etmelerini sağlayacak organizasyonlar kurabilme, birliktelikler teşkil etme özgürlüklerinin bütününü içine alan bir kavramdır. Bu unsurlardan bir tanesinin yokluğu din özgürlüğünün o ülkede kâmil manada olmadığı anlamına gelir.

“İstediğine inan ama inandığın gibi yaşayamazsın”, ya da tek parti döneminin üçüncü adamının tabiriyle; “Türkiye’de din telakkisinin hududu, yurttaş vücudunun cildini aşamaz.” (Yani cümleyi biraz daha açarsak din telakkisi tenden çıkıp, toplumsal hayatta kendini ifade edemez demektir bu), bir başka örnek; AK Parti’ye açılan “kapatma davası”nın iddianamesinde de, Başsavcı, dinin “kendi alanında, vicdanlardaki yerinde” tutulması gerektiğini vurguladığı bir yerde, böylesi sorunlu zihniyetin varolduğu bir zeminde, “Kimsenin inancına, namazına karışılıyor mu? Bundan daha iyi din özgürlüğü mü olur?” demenin bir manası yoktur.

Çünkü İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden de görüldüğü üzere din ve vicdan özgürlüğü 4 temel unsura dayandığı anlaşılmaktadır.

1. İnsanların istediği inancı serbestçe seçmeleri (İman)
2. İnançlarının gereği serbestçe eylemlerde bulunabilmeleri (amel). Kısaca inandığı gibi yaşayabilmesi
3. İnançları doğrultusunda eğitim, öğretim yapabilmeleri
4. Sosyal birlik ve cemaat oluşturabilmeleri. Şeklinde özetlenebilir.

Meseleye biraz daha hakim olabilmek adına küçük somut örnekler de verelim. Mesela kamil ve olgun bir din özgürlüğünün yaşandığı Türkiye’nin caddelerinde yürürken “Nakşibendi dergahı” tabelalı bir bina veya kapısında “Bismillahirrahmanirrahim” yazan özel bir “İslami Kolej” görmeniz çok şaşırtıcı veya kimileri için çok korkutucu olmayacaktı mesela. Dahası Cemaat ve tarikatler serbest olur. Kimsenin başörtüsüne karışılmazdı. Ve hatta bir cemaat lideri çok sevdiği vatanını bırakıp, yurtdışına göçmek zorunda kalmazdı diye düşünüyorum.

Bütün bu oluşumların da, ülkemizin nevi şahsına münhasır laikliğine zarar vereceğini de düşünmüyorum. Hani “laiklik adam olmaktır” şeklinde meşhur bir sözümüz vardır ya. Evet tam da öyledir. Laiklik adam gibi özgürlüktür, serbestliktir. Bütün inançlara (adam gibi) eşit mesafede durmaktır kanaatimce.

Yazıyı hazırlarken takıldığım bir nokta da şu oldu. Kendi tarihimiz açısından bakarak; “Peki, devlet neden dini, vicdanlara ve mabetlere hapsetmek suretiyle kontrol altına almak istesin ki?” “Sahi din bu kadar korkutucu bir şey midir ki kontrol edilme ihtiyacı duyulsun?” ya da “Geçmişte hıristiyanlık tarihinde olduğu gibi, dinsel bir şiddet süreci mi yaşamıştık? Din ve mezhep kavgaları mı yapmıştık ya da din ya da klise eliyle engizisyon mahkemelerinde işkence ve zulüm mü görmüştük?” (bu da bir sonraki yazının konusu olsun)

Konuyla ilgili Derinsular sitesinin yazarı Sayın Serdar Kaya şu tespitlerde bulunuyor;

“…Gelenekle ve geleneği çağrıştıran öğelerle bağların koparılmasını esas alan Kemalist devrimcilik, bu prensibinden ötürü, söz konusu gelenekte birincil derecede belirleyici olan İslam diniyle sıklıkla karşı karşıya geldi. Zira yapılan yeniliklerin neredeyse tamamı, İslam diniyle doğrudan ya da dolaylı olarak ilgisi bulunan konulardaydı.

…Resmi ideoloji, yenilmesi son derece güç olan bu rakiple mücadelesini, onu yok etmekten ziyade, önce kontrol altına almak, ardından da ‘gerektiği şekilde’ törpülemek üzerine inşa etti. Konumu itibariyle son derece büyük bir temsil gücü olan halifelik kurumunun kaldırılması ve kurulan ‘Diyanet İşleri’ teşkilatının Başbakanlığa bağlanması bu kapsamda değerlendirilebilir…

…Üniversite öğrencilerin başındaki örtülerden rahatsız olan, bir okul müdiresinin sokakta dahi olsa başını örtmesine tahammül edemeyen zorba bir ideoloji, ibadetlerinin nizamı konusunda hassas olan inanç sahipleri tarafından ‘güvenilir bir merci’ olarak görülmeyeceğinin elbette farkında. Ama bu ideolojinin niyeti, kendisini güvenilir kılmak değil, sosyal genlerle oynamak ve en büyük düşmanını isteği şekilde manipüle ederek kontrol altına alabilmek.”

Sayın Mustafa Akyol ise konuya biraz daha derinlik getiriyor ve Amerikalı düşünür Richard John Neuhaus’un “Çıplak Kamusal Alan” (The Naked Public Square) adlı kitabında alıntı yaparak bu soruyu şöyle cevaplıyor:

“Eğer din, sırf bireysel vicdan düzeyine indirgenirse, kamusal alanda sadece iki aktör kalmış olur: Devlet ve birey. Bu ikisinin arasında ahlaki değerler yaratan ve temsil eden ara bir kurum olan din ortadan kaldırılmıştır. Ve artık devletin tutkularını dizginleyecek bir kurum kalmamıştır… Bu tür bir laik devlet, sonunda totaliterizme varır.”

Konumuza dönersek; ben de dikkatleri bir başka noktaya çekmek istiyorum. İslam Devletinin ilk anayasası: Medine Vesikası’na. Din ve Vicdan özgürlüğünü esas alan ve dünyanın ilk İslam Devletinin anayasası olan Medine Vesikası’na…

Allah Rasulü’nün (sas) uygulamalarından hareketle din özgürlüğünün yine dört ana esasa dayandığını görüyoruz. 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de bahsi geçtiği üzere; İnanma, inanç esaslarını yaşama, aynı esasları gelecek nesillere intikal ettirebilme, eğitim ve öğretim yapabilme ve örgütlenebilme.

İlginç değil mi? “İnsanlık, Efendimizi (S.A.V) ve getirdiği hakikatleri 1400 yıl geriden takip ediyor” dersem gerçeğin bamteline basmış olduğumu düşünmekte bir beis görmüyorum.

İsterseniz daha sonra detaylara inmek üzere bu dört esas, Medine Site Devletinde nasıl uygulanmıştır? Kısaca bunu işleyelim.

Ama önce konuyla ilgili Kur’an hakikatlerine bakalım; Allah, bütün insanlığa inanma veya inanmama özgürlüğünü vermiştir. “Dileyen iman etsin, dileyen inkar.” “Sizin dininiz size, benim dinim bana.” “Dinde zorlama yoktur.” “Eğer Rabb’in dileseydi bütün insanlar Müslüman olurdu.” “Yoksa sen herkesi Müslüman olmak için zorlayacak mısın?” ayetleri bu özgürlüğün teminatıdır. Literatürde din ve vicdan özgürlüğü kavramı ile ifade edilen sahada böylesi bir özgürlük alanı insanlığa sunuldu ise özgürlüğün diğer çeşitleri adına nasıl geniş bir alan açıldığı tahmin edilebilir.

Bu ilahi vahiyler doğrultusunda, Efendimizin uygulamaları; hoşgörü ve diyaloğa dayalı, çok hukuklu ve hukukun üstünlüğü temeline dayanan, barışcı bir ortamda bir arada yaşama modelini sunmuştur insanlığa.

Bilindiği üzere Medine Site Devleti çok dinli, çok kültürlü ve çok uluslu bir yapıya sahipti. Yahudiler, pagan Araplar, Müslümanlar ve az sayıda da hiristiyan topluluklar mevcuttu. Efendimizin bizzat başkanlığını yaptığı Medine Site Devletinde yaşayan hiçbir topluluk baskıya maruz kalmaksızın kendi dinlerine inanmışlar, İslama geçmeleri içinde hiçbir zorlamaya tabi tutulmamışlardır. Kilise, sinagog ve havralarında çok rahatlıkla dinî ibadetlerini yapmışlar, günlük hayatlarında giyim-kuşamdan, evlilik ve boşanmalarına kadar hemen her sahada inanç esaslarını hayatlarına tatbik etmişlerdir. Beytül midras (Yahudi okulları) adını verdikleri okullarında çocuklarına eğitim ve öğretimlerini vererek, kendi değerlerini gelecek nesillerine rahatlıkla intikal ettirmişlerdir. Ve son husus, altına imza attıkları Medine Vesikası’na muhalefet etmeksizin gerek kendi içlerinde, gerekse müşrikler ve sair din mensupları ile siyasi, kültürel, ekonomik birliktelikler kurmuşlardır.

Bazılarının “müslümanlar Mekke’de zayıftı zorlamada bulunmadı ancak Medine de değil “ şeklinde itirazları olabilir. Ancak bu gerçekleri saptıran büyük bir iftiradır. Belki bununla ifade edilmek istenen 14 asırlık İslam tarihi içerisinde cereyan etmiş savaşlarda yaşanmış olabilir. Ancak bunun suçlusu din değil, dini yanlış yorumluyan dönemin Müslümanlarıdır. Ülkemizde yaşanan rahip cinayetlerini, İncil basıp satanların katlini bu bağlamda değerlendirebilirsiniz. Güzel dinimizi ne hale getirdiklerini ve ergenekon kokan bu eylemleri de esefle kınadığımı belirtmeliyim.

Not : Bu makale, Sayın Serdar Kaya’nın, Sayın Mustafa Akyol’un ve Sayın Ahmet Kurucan’ın makalelerinden istifade edilerek yazılmıştır.

Gelecek Yazılar :

1. Hıristiyanlık Tecrübesi Olarak Dinsel Şiddet Süreci
2. İslam tecrübesi olarak Din Özgürlüğüne Tarihsel Yolculuk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder